Adalet Kaya: Kadın katliamlarında bütün kurumlar failleşiyor 2025-07-30 09:03:12   Melek Avcı    ANKARA - DEM Parti Milletvekili Adalet Kaya, Ayşe Tokyaz özelinde, kadın katliamlarına ilişkin “Bütün kurumların tek tek failleştiğini görüyoruz. Hepsi suçlu. Hepsi bu cinayetin ortağı. Bunun artık görülmesi gerekiyor. Bu bir zihniyet meselesi. Bu zihniyetin değişip dönüşmesi gerekiyor” dedi.    Kadınlar birer birer katledilirken, Meclis’in kurduğu Kadına Karşı Şiddet ve Ayrımcılığın Önlenmesine Yönelik Araştırma Komisyonunun taslak raporu, umut yerine hayal kırıklığı yarattı. Raporda, kadınların can güvenliğini sağlayacak somut adımlar yerine çift terapisi ve aile hukukunda arabuluculuk gibi çözümden uzak öneriler yer aldı. Kadın örgütlerinin yükselttiği itirazlar ve muhalefet kadın siyasetçilerinin koyduğu şerhlere rağmen rapor askıda kaldı. Oysa rapor beklerken kadınlar yaşamlarını yitiriyor; her gecikme yeni bir katliama mal oluyor.   Konuya ilişkin komisyon üyesi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Adalet Kaya değerlendirmelerde bulundu.    “Komisyonu kurma amacı biz muhalefet partileri açısından gerçekten çözümü konuşmak ama, iktidar açısından toplumdaki tepkiyi sönümlendirmeye dönük bir hamle olarak yapıldığını gördük. Biliyoruz ki şiddet meselesini yasal değişikliklerle de önlemek mümkün değil.”   *İstanbul’daki tarihi surlarda yaşanan kadın katliamının ardından bir komisyon kuruldu ve bu komisyon yapısı itibariyle de çok tartışıldı. Komisyonun tüm çalışma dönemini değerlendirdiğinizde, etkin bir şekilde faaliyet yürüttüğünü düşünüyor musunuz? Neler yapıldı?    İstanbul surlarında meydana gelen o korkunç cinayetin ardından ülke genelinde bir infial oluştu. İktidara karşı aşırı bir tepki gelişti çünkü arka arkaya gerçekleşen kadın cinayetlerinin neden önlenmediğini halk tartışmaya başladı. Bunu da önlemek için Mecliste hızlıca bütün siyasi partiler bir araya gelerek, anlaşarak ortak bir mutabakatla böyle bir komisyon kurma kararı aldılar. Elbette ki ortak mutabakatla yapılması kıymetli bir şey.  Ama kadın mücadelesi veren feminist hareket, Kürt Kadın Hareketi buna başlangıçta tepkisini gösterdi. Neden gösterdi? Bununla ilgili daha önce yine Mecliste kurulmuş komisyonlar vardı, onların ortaya koyduğu raporlar vardı, bunlar da uygulanmamıştı. Komisyonu kurma amacı biz muhalefet partileri açısından gerçekten çözümü konuşmak ama iktidar açısından süreç içerisinde şunu da gördük; toplumdaki tepkiyi sönümlendirmeye dönük bir hamle olarak yapıldığını gördük. Zaten başında da kadın örgütlerinin itirazı bunaydı. Komisyon kurmak çözüm değil. Politikalar, belli yapılması gerekenler belli. İstanbul Sözleşmesi, 6284 etkin bir şekilde uygulanmalı. Cezasızlık pratiği, yani yargının artık bir politikaya dönüştürdüğü cezasızlık pratiğini önleyecek tedbirler alınmalı. En başta toplumsal değişim, dönüşüm gerek. Biz biliyoruz ki şiddet meselesini yasal değişikliklerle de önlemek mümkün değil. Bu tamamen toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak çalışmalara, politikalara bağlı olarak toplumsal değişim, dönüşüm ve zihniyet değişimi ile mümkün.    “ ‘Şiddet gören bir evlilikte ara buluculuk öneremezsiniz’ dediğimizde şunu söylüyorlar, ‘Şiddet olmayan boşanmalarda, şiddet motivasyonuyla başvurmamışsa’ uygulanır.  Bugün baktığımızda, boşanmaların yüzde 90'dan fazlası şiddetli geçimsizlikle ilgili.”   *Komisyondan çıkan taslak raporuna baktığımızda, kadın örgütlerinin çok ciddi tepki gösterdiği başlıklara rastladık; arabuluculuk, faili rehabilite gibi… Rapor şuan askıda. Raporu nasıl ele alıyorsunuz?    Süreç boyunca bütün toplantılara katıldık, bakanlıkları dinledik. Adalet, İçişleri, Aile ve Eğitim Bakanlığı geldiler çünkü bunların hepsi biliyorsunuz ki; kadına karşı şiddetle mücadele konusunda partner olan, doğrudan ilgili bakanlıklar. Özellikle de Aile, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları bununla ilgili çok acil bir şekilde eylem planı geliştirmeli. Ama komisyonda yaptıkları sorunlara baktığımızda olmadık önerilerle geldiler. Neydi bu öneriler? Aile Bakanı'nın esnek çalışma modelini öve öve bitirememesi. Mesela esnek çalışma modelinin Türkiye'de uygulanmak istedikleri, yaygınlaştırmak istedikleri biçime baktığımızda bu tamamen kadını eve kapatmaya ve çocuk bakımını, ev içi emeği, yaşlı bakımını ve diğer bütün o görülmeyen emeği kadının omzuna, devletin aslında sosyal hizmet olarak, kamusal hizmet olarak sunması zorunlu olan bütün hizmetleri kadının yükü haline getirmeye dönük bir model. Ya da örneğin, ara buluculuk önerdi Adalet Bakanı. Bu kabul edilemez. ‘Şiddet gören bir evlilikte ara buluculuk öneremezsiniz’ dediğimizde şunu söylüyorlar;  ‘Şiddet olmayan boşanmalarda, şiddet motivasyonuyla başvurmamışsa’ uygulanır.  Bugün baktığımızda, boşanmaların yüzde 90'dan fazlası şiddetli geçimsizlikle ilgili ve şiddet dediğimiz şey tek başına fiziksel şiddet değil.    Diyelim ki; bir kadın psikolojik şiddet görüyor, bunu kim tespit edecek? Ya da bir kadın diyelim ki durmadan manipüle ediliyor, şiddet sarmalının içerisinde ve korku altında. Bunu ara bulucuya nasıl anlatacak? Ya da biz neden ara bulucunun insafına bırakalım bir kadının şiddet görüp görmediğini belirlemesini. Böyle durumların varlığı, ara buluculuk meselesinin buraya hiçbir şekilde uygulanmaması gerektiğini bize gösteriyor. Ama hala ısrarla şiddet olmayan evliliklerin boşanmayla sonuçlanması durumunda ara buluculuk teklifi getirmek istediklerini bakan tekrar açıkladı. Bu asla kabul etmeyeceğimiz bir şey. Yanı sıra, bir kere komisyonun çalışma biçimi, ilk toplantısında başkanlık seçimi, daha sonraki süreçler boyunca muhalefetin sesini kısmaya çalışmaları, kadın örgütlerini orada dinlememeleri, sadece kendi istedikleri kadın örgütlerini dinlemeleri, muhalefetin çağırmak istediği akademisyeni, kadın örgütünü, feminist örgütü, Kürt Kadın Hareketi'ni dinlememekte özellikle ısrar etmesi ve bunların hepsinin sonucunda görüyoruz ki sürecin kendisi zaten problemliydi. Bunların hepsine toplantılarda itirazlarımızı ifade ettik, bunların hepsi o tutanaklara girdi.    ‘Komisyon başkanı telefonlarımıza çıkmadı’   Çıkan raporda pek çok konu yok, ara buluculuk getirmek istediklerini ifade ediyorlar. Bu sürecin anti-demokratik geliştiğini gördük. Raporun hazırlanma biçimi, bize iletilmesi, bizim ona dair şerhimizi iletmek konusunda verilen sürenin azlığı, hızla yangından mal kırıp kaçırır gibi bu işi sonuçlandırmak istiyorlar. ‘Yaptık oldu, aslında biz çözüm üretmek istedik’ gibi bir yaklaşım geliştiriyorlar. Elbette kadın örgütleri de biz de buna çok ciddi anlamda itiraz ettik. Şerhimizi yazdık, ilettik, basın açıklaması yaptık. Komisyon başkanı telefonlarımıza çıkmadı. İtirazımızı belirteceğiz. Bunun için arıyoruz, şerhi yazmak için daha çok süre istiyoruz ama telefonlarımıza çıkmıyor, hiçbir milletvekilinin telefonuna çıkmıyor. Böyle durumlar oldu. Komisyon toplantıları boyunca da komisyon başkanının çok ciddi anlamda erkek egemen bir yönlendirmesi oldu. Biz bunun ayrımcılık olduğunu ifade ettiğimizde de ‘bize ayrımcılık yapıyorsunuz’  dendi. Bütün bu süreci manipülasyonla sürdürdüler. Antidemokratik ve gerçekten manipülatifti. O nedenle bu sonucu, bu raporu kabul etmediğimizi belirttik. Şimdi bekleme sürecindeyiz. Muhtemelen uzmanlar inceliyorlar, rapora yazılan şerhleri yeniden gözden geçiriyorlar diye düşünüyorum. Ne zaman sonuçları henüz bilmiyoruz. Ne yazık ki bir muğlaklık içerisinde ilerliyor. Açık, şeffaf bir takvimi yok.     “Doğurganlığın düşmesi, nüfusun yaşlanması meselesini, çocuk doğurmayı özendirme ve kadını eve kapatma, çalışma yaşamından koparma gibi oldukça ilkel yöntemlerle çözmeye çalışmak gerçekten akıl almaz bir şey.”   *Verilere baktığımızda 102 günde 132 kadın katledildi. Ama iktidar bir taraftan “Aile Yılı” ilan ediyor. Tüm bu şiddet ve katliam artışlarına baktığımızda bu kadar önemli bir meselenin zamana yayılması tehlikeli değil mi?    ‘Aile Yılı’  ilanı çok önemli çünkü bununla ilgili yeni gelişmeler de var. Ne yazık ki cinayetlerin pek çoğu, hatta son zamanlarda cinayetler kadar artmış olan şüpheli ölümlerin pek çoğu aile içerisinde gerçekleşiyor. Kadınlar eğer boşanmak istiyorsa, şiddet sarmalından çıkmak için kaçış yolları arıyorsa ya da yaşadığı ilişkiden çıkmak istiyorsa, bu durumla karşılaşıyorlar. Yine rapora döndüğümüz zaman ortaya konan çözümlerin çoğunda rehabilitasyon gibi çözümler öneriyorlar. Biz ısrarla şunu söylüyoruz; kadına karşı şiddet bireysel bir patoloji değil. Bu tamamen bir güç ilişkisi, bu bir iktidar pratiği. Yani erkeğin kendini kadının sahibi ve güç sahibi bir iktidar olarak konumlandırmasından kaynaklı gelişen tamamen zihniyetle ilgili bir mesele. Dolayısıyla bununla ilgili yapılan çalışmaların gerçekten ilkokuldan itibaren eğitim sisteminin içerisine yedirilerek yapılması gerekiyor. Ama ne yazık ki geldiğimiz noktada bugün yapılan çalışma ‘Aile Yılı.’ Erdoğan yakın zamanda röportaj vermiş. Röportajda ‘aile yılı, arkasından bir de aile 10 yılı ilan ettiniz’ diye soruyor gazeteci. ‘Evet’ diyor ‘çünkü çok çok ciddi anlamda doğurganlık oranları düşmüş. Bu bizim açımızdan oldukça önemli bir kriz’ diyor.   Bu konuyu da yine komisyonda konuştuk. Doğurganlığın düşmesi, nüfusun yaşlanması meselesini, çocuk doğurmayı özendirme ve kadını eve kapatma, çalışma yaşamından koparma gibi oldukça ilkel yöntemlerle çözmeye çalışmak gerçekten akıl almaz bir şey. Çünkü bununla ilgili neredeyse 30 yıl önce Birleşmiş Milletlerin yaptığı onlarca çalışma var çünkü Avrupa'da Amerika'da bu mesele 50 yıl önce başlamış. Türkiye'de yeni yeni başlayan bir şey. Bunu yani nüfusu gençleştirme meselesini yapmak istiyorlarsa, bir kere kadınların eğer doğum yapmasını istiyorlarsa kreş yapmalılar, kadınlara güvenceli işlerde çalışma imkanı sağlamalılar, kadınlara hem kendilerini geliştirebilecekleri kamusal alanda, sosyal, ekonomik pek çok alanda kendilerini ifade edebilecekleri alanlar açarken öte yandan çocuk da doğurup büyütebilecekleri destek mekanizmaları kurmaları gerekiyor.    Bu o kadar net ve açık bir şey ki. Ama ne yazık ki şöyle bir ironik ve riyakarca politika var ortada. Nedir bu? Bir yandan kreşleri kapatıyor, bir yandan kadınları eve kapatacak esnek çalışma modeli, yarı zamanlı çalışma, yönetmeliği çıkararak çocuk bakımını kadına yükleme gibi bir takım projelerle kadını tamamen eve kapatmaya, istihdam, çalışma alanından koparmaya dönük bir takım meselelerle aile yılını canlandırmaya çalışıyorlar. Bunu yöntem olarak düşünüyorlar. Ama şunu göremiyorlar. Kadın daha çok şiddete maruz kalabileceği, yalnızlaşacağı, erkeğin o tahakküm altına girebileceği bir yalnızlığa hapsoluyor ev içerisinde. Daha çok şiddete açık hale geliyor ve ne yazık ki boşanmak istediğinde de o güvencesizlik, gelir eşitsizliği, ücret eşitsizliği gibi ya da hiç ücretin olmayışı gibi pek çok sebepten dolayı, ekonomik sebepten dolayı ayrılamıyor, boşanamıyor, daha çok şiddet görüyor ve ne yazık ki sonunda öldürülüyor.   “Burada dolayısıyla bütün kurumların tek tek failleştiğini görüyoruz. Hepsi suçlu. Hepsi bu cinayetin ortağı. Bunun artık görülmesi gerekiyor. Bu bir zihniyet meselesi. Bu zihniyetin değişip dönüşmesi gerekiyor.”   * Komisyon toplantısına bütün bakanlıkların katıldığını ifade ettiniz. En son Ayşe Tokyaz katliamdaki tüm kurumların sorumluluğu büyük bir tepki yarattı. Bu katliama baktığınızda açığa çıkan nedir?   Bütün bu korkunç tablonun mimarı bu iktidardır, bu iktidarın politikalarıdır. Binlerce yıllık erkek egemen sistemin kadının üzerine yüklediği bütün bu emek yükü, bakım yükü, aile, anne olma gibi bir takım kodlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerin tamamı kadın açısından oldukça şiddete ve manipülasyonlara maruz kalmasına sebep olan politikalar. Bunlar devlet tarafından desteklenen politikalar, bunların düzeltilmesi lazım. İstanbul Sözleşmesi'nin yeniden hayata geçirilmesi lazım, 6284'ün etkin uygulanması lazım. Bakıyorsunuz yargıda haksız tarih indirimi veren yargı erkek egemen zihniyetle düşünüyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor. Her bir cezasızlık pratiği, faili aklayan pratik ya da haksız tarih indirimine uygun gören yargı mensubu bunu aslında birazcık daha destekliyor. Ayşe cinayetinde aslında bunu çok net görüyoruz. Kız kardeşinin bütün çabası, bütün uğraşısı ne yazık ki karşılık bulmuyor. Bakın bütün sistem bozuk, gittiği her yerden geri çevrilen bir kadın var. Ve sonunda da kardeşini kaybeden bir kadın. Kolluk, faile kız kardeşinin ifadesini göndermiş. Bu kabul edilemez, bütün o kolluk görevlilerinin tek tek tespit edilerek cezalandırılması gerekiyor ki bu bir daha yaşanmasın. Ama ne yazık ki böyle bir şey olmayacak. O kolluk mensupları kimdir? O kadını hiçbir şey olmaz diye evine gönderen kimdir? Böyle onlarca cinayet var. Karakola gitmiş, yaşam hakkı tehdidi altındayım demiş ve buna rağmen o kadını tekrar evine göndermişler. Ya da uzaklaştırma kararını ihlal etme başvurusuna gitmemişler. Burada dolayısıyla bütün kurumların tek tek failleştiğini görüyoruz. Hepsi suçlu. Hepsi bu cinayetin ortağı. Bunun artık görülmesi gerekiyor. Bu bir zihniyet meselesi. Bu zihniyetin değişip dönüşmesi gerekiyor. Yeni yasalar getirmek, kadına esnek çalışma modeliyle eve kapatmaya çalışmak çok, çocuk bakımını kolaylaştırmak gibi meselelerle aile kutsal aile yılı güzellemeleriyle çözülmüyor.  Neredeyse 8 yılı aşkın süredir kadına karşı şiddetle mücadele alanında, birebir sahada ve pek çok farklı alanda, mahkeme salonlarında, adliyelerde, takip ediyorum süreçleri, kadınlarla görüşüyorum. Ve değişen hiçbir şey yok, her gün daha da kötüye gidiyor, her gün tablo daha da ağırlaşıyor. Bu iktidarın yüzde 100 etkisi var bütün bu tablonun ağırlaşmasında. Yani bu kabul edilemez.    “Bu binlerce yıllık bir sorun. Kadın cinayetlerinin her geçen gün artıyor olması da tamamen devlet politikasıyla ilgili bunun altını çizmek gerekiyor. Bu bireysel patoloji, münferit, tekil bir olaylar zinciri değil. Bu zihniyetin, politikaların değişmesi gerekiyor”   *Komisyonu sürecinde de öncesinde de DEM Parti olarak muhalefet vekilleriyle bu konuda diyaloglarınız ortak görüşleriniz olmuştu. İktidardaki kadın milletvekili komisyonda nasıllardı ve bu meselede nerede duruyorlar, diyaloğunuz var mı?    Muhalefet partilerin tamamından katılan kadın vekillerle doğrudan diyaloğumuz var. Pek çok süreci paylaşıyoruz. Ortak hareket etme konusunda her zaman iletişim halinde olmaya özen gösteriyoruz. İktidarı temsilen komisyonlara gelen ya da bu konu ile ilgili çalışma yürüten kadın vekillerle, çünkü erkek vekiller de geliyor biliyorsunuz ne yazık ki bu komisyonlara, o nedenle kadın vekillerle iletişim kurmaya çalışıyoruz. Ama şunu söylemeliyim, çoğu zaman iletişime kapalılar, çok önyargılılar, meseleyi sadece karşıtlık üzerinden kuruyorlar. Onlar iktidarda, onların söylediği her şey doğru, biz de sadece muhalefet ediyoruz gibi bir algıyla hareket ediyorlar. Halbuki bu, bütün toplumu ilgilendiren ve herkesin çok önemsediği bir konu. Belki onlar da gerçekten meseleyi önemsiyorlardır. Kişilerin duygularına dair bir şey söyleme hakkını kendimde görmüyorum ama davranışları, tutumları ve ortaya koydukları pratik ne yazık ki bu meseleyi daha kötü boyutlara götürecek türden. Yani şunu söylemeye çalışıyorum, iletişim kurmaya çalışsak da onlar iktidarda ve ne yazık ki kapalılar buna. Bir gün komisyonda bir kadın cinayetiyle ilgili bir şey söylemiştim. İktidar partisine mensup bir kadın vekil, 'Aaa ben eve gidiyorum şunu düşünüyorum, işte onlar da bizim gibiler, onlar da üzülüyorlar bu meseleye’ DEM Parti, muhalefetteki biz kadınlar için söylüyor.  O kadar karşıtı olarak görüyor ki, bizim bu konudaki samimiyetimizi ve aslında ne kadar büyük bir mücadele verdiğimizi görmüyor. Çünkü çok yanlı, çok taraflı, çok karşıt bir yerden bakıyor. Bu iktidarın kendini var etme politikası, zemini zaten karşıtlı kutuplaştırma. Dolayısıyla kutuplaştırdığı yerden kendi de karşıtını çok uçta görüyor. Dolayısıyla aynı duyguda olduğunu bile anlayamıyor çoğu zaman. O nedenle onlarla iletişim kurmak belki zaman zaman çok zor. Ama yine de biz vazgeçmiyoruz, ısrar ediyoruz. Kulislerde, aralarda da konuşuyoruz.    ‘İstanbul Sözleşmesi uygulanmalı’   Bu binlerce yıllık bir sorun. Kadın cinayetlerinin her geçen gün artıyor olması da tamamen devlet politikasıyla ilgili bunun altını çizmek gerekiyor. Bu bireysel patoloji, münferit, tekil bir olaylar zinciri değil. Bu, devletin ortaya koyduğu bütün politikalar, kamusal hizmetlerin yetersizliği, kadınların yalnızlaştırılması ve ‘aile yılı’ kapsamında eve kapatılmasıyla ilgilidir. Bunların hepsi şiddeti körükleyen, cinayetleri arttıran politikalar. Dolayısıyla başta bu zihniyetin, politikaların değişmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin hükümlerinin uygulanması gerekiyor.