Toplumsal sistemin inşası (6) 2025-08-10 09:01:29     Kadın özgürlük ideolojisinin teorik alternatifliği   Melek Avcı   HABER MERKEZİ - Kürt kadın özgürlük hareketi, sınırları aşan; kadını yalnızca mücadele eden değil, yaşamın her alanını dönüştürebilecek kurucu bir öncü olarak yeniden tanımlayan bütünlüklü bir paradigma inşa etti.    Marksist kuramlar, kadın özgünlüğünü sınıf merkezli perspektifler içerisinde ihmal eder. Kadının toplumsal mücadelesi, yalnızca ekonomik sömürü ya da erkek egemen tahakküm bağlamında değil; bilgi üretimi, ontolojik konum ve ahlaki-politik sistemin inşası düzeyinde yeniden ele alınmayı gerektirir.   Bu bölümde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlük ideolojisini Marksist yaklaşımdan farkının ne olduğunu, etik-politik toplum modelinin güncel Kürt kadın kurumları üzerinden somut örneklerle ele alıyoruz.   Kadın özgürlük mücadelesi, sadece eril şiddetin ya da ekonomik eşitsizliklerin ötesinde, bütün bir uygarlık tarihinin sorgulanmasını gerektirir. Marksist kuramlar bu sorgulamada önemli bir yer tutsa da, kadının özgün varlığını ve ideolojik potansiyelini sınıf merkezli bir perspektifle sınırlamış, devrimci sürecin öznesi olarak erteleyici bir anlayışa mahkûm eder. Kürt kadın özgürlük hareketi ise bu sınırları aşan; kadını yalnızca mücadele eden değil, yaşamın her alanını dönüştürebilecek kurucu bir özne olarak yeniden tanımlayan bütünlüklü bir paradigma inşa eder. Bu paradigma yalnızca teorik değil; etik-politik toplumu yeniden kuran, kadın bilgisini sistematikleştiren ve yeni yaşam alanları inşa eden pratik, örgütlü adımlarla da örülür.   Sınıf içi görünmezlik   Karl Marx ve Friedrich Engels'in geliştirdiği tarihsel materyalizm, kadının sömürgeleştirilmesini sınıflı toplumun ve özel mülkiyetin doğuşuna bağlar. Friedrich Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eseri, kadının tarihsel kırılmasını aile yapısındaki dönüşümler üzerinden açıklar. Ancak bu kuramlar, kadını genellikle işçi sınıfının bir parçası olarak değerlendirir; kadın kimliğinin özgün politik ve ideolojik boyutlarını ikincil hâle getirir. Marksist yaklaşımlarda kadın esas olarak üretici bir figürdür; toplumsal rollerinin ve tarihsel özgünlüğünün politik bir özneleşme süreci içinde ele alınması çoğu zaman sınıfın içinde kaybolur.   Sınıfın içinde değil, sınıflaşmanın temelinde   Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu konudaki çözümlemesi, Marksist sınıf analizinden radikal bir kopuşu önerir. Abdullah Öcalan’a göre, kadın yalnızca ilk köle değil; uygarlık tarihinin ilk ezilen ulusudur. Kadının bastırılması, devletin, sınıfın ve mülkiyetin oluşumuna giden yolun ilk adımıdır. Kadın doğası, bilgeliği, üretici gücü ve toplumsal düzenleyiciliği ancak bastırılarak erkek egemenliğine dayalı ilk devlet biçimleri inşa edilir. Bu nedenle kadın sorunu, sınıf çelişkilerinden daha temel ve kurucu bir sorunsaldır. Kadının köleleştirilmesi olmadan sınıflaşma, mülkiyet ve iktidar gelişemezdi ve kapitalizmle bu en yoğun dönemini yaşayamazdı.   Jineolojî: Bilginin sahibine dönüşü   Uygarlık tarihiyle birlikte bilginin kadının elinden nasıl alındığını inceledik. Marksizm, kadının elinden gasp edilen bilgiyi çözümlemez. Marksist bilgi üretimi ekonomi-politik eksenlidir; oysa Kürt kadın hareketinin geliştirdiği Jineolojî, sezgi, şifa, doğum, doğa bilgisi gibi bastırılmış kadın bilgilerini bilimsel düzleme taşır. Kadının tarihsel ve toplumsal bilgisini epistemolojik bir zeminde yeniden kurma çabasıdır. Jineolojî sadece bir kadın tarihi yazımı değil, aynı zamanda demokratik modernitenin bilimsel temelidir. Kadının mitolojik, toplumsal, siyasal ve kültürel hafızası sistematik olarak bastırılır. Jineolojî, bu bastırılmış hafızayı yeniden dirilterek, kadın bilgisini bilgi iktidarına dönüştürmenin yolunu açar. Kadın bilgisinin bu şekilde yeniden yapılandırılması hem erkek egemen bilim anlayışına hem de Marksizm’in sınıf merkezli bilgi üretimine doğrudan bir müdahale anlamına gelir.   İşçi sınıfının parçası   Abdullah Öcalan’ın “Kadın bilgisi olmadan hakikat bilgisi üretilemez” tespitiyle temellenen Jineolojî yaklaşımı, kadın bilgisinin kültürel bastırılma süreçlerini ifşa ederken, bu bilginin siyasal özneleşmeye zemin olabilecek şekilde yeniden örgütlenmesini hedefler. Marksist kuram, bilgi üretimini ekonomi-politik zemine oturtmuş; emek-sermaye çelişkisi dışındaki toplumsal belirleyenleri çoğunlukla ikincil konumda değerlendirir. Bu yaklaşımla kadın bedeni, duygulanımı, doğa ile ilişkisi, sezgisel bilgisi ve şifa alanındaki üretimi çoğu zaman görünmez bir arka plan olarak kalır. Kadınlar, Marksist gelenekte işçi sınıfının bir parçası olarak ele alınır, kendilerine ait tarih, epistemoloji ya da yaşam felsefesi üretecek öznel cins olarak tanımlanmaz.   Sınıf mücadelesi değil, yeniden inşa gücü   Jineolojî, tam da bu eksiği doldurmak üzere kadınların doğaya, topluma ve tarihe dair bilgi üretim biçimlerini meşrulaştırır ve sistemleştirir. Bu yönüyle sadece feminist eleştiriyi değil, Marksizm’i de aşan alternatif bir bilgi kuramı önerir. Kadın deneyimi yalnızca politik bir veri değil, aynı zamanda toplumsal hakikatin kendisidir. Jineolojî, Marksist teoride dışlanan sezgi, duygulanım, ilişki ve doğayla bağ gibi alanları bilimsel bilginin meşru kaynakları olarak tanımlar. Bu nedenle yalnızca sınıf mücadelesini değil, toplumun yeniden inşasını mümkün kılacak ahlaki-politik dönüşümün de anahtarıdır. Kadının tarihsel hakikati yalnızca eşitlik talebi değildir; aynı zamanda yeni bir yaşam felsefesi, kültür ve siyaset inşa edecek bir güçtür.   Devrimin başlangıç noktası kadın özgürlüğüdür   Bilgiyi ele alış gibi, özgürlüğü ele alış da Marksizm’de yine sınıf temellidir. Marksizm’de kadın özgürlüğü devrim sonrasına bırakılır. Kadının kurtuluşu sınıf çelişkisinin çözümünden sonra gelir. Oysa Kürt kadın hareketi için kadın özgürlüğü devrimin kendisidir. Kadın artık ezilen değil, kurucu, dönüştürücü ve örgütleyici bir öznedir. Kadının devrimdeki rolü yalnızca bir katkı değil, toplumsal yeniden inşanın epistemolojik ve politik ön koşuludur.   Bu öznenin yeniden doğuşu; Jineolojî ile düşüncede, kadın komünleriyle yaşamda, ahlaki-politik toplumla sistem düzeyinde örgütlenir. Kadın, yaşamı yeniden kuran, anlamı yeniden inşa eden ve toplumsallığı yeniden tanımlayan bir özne olarak devrim paradigmasının merkezine yerleştirilir.   Marksizm’in sunduğu sınıf devriminin aksine...   Marksizm’in sunduğu sınıf devriminin aksine, kadını özgürleştirecek ve dolayısıyla da toplumu köleliğinden kurtaracak alternatif yapısına ilişkin somut adımlar ve öneriler sunar.   Ahlaki-politik toplumun kadın eliyle inşası   Ahlaki-politik toplum, bireylerin yalnızca hak taleplerine sahip olduğu değil; aynı zamanda toplumsal sorumlulukla birlikte yaşamı yeniden örgütledikleri bir yapıdır. Bu toplum, kapitalist modernitenin bireyci, tüketici ve temsili demokrasiye dayalı yapısına karşı; kadın merkezli bir toplumsal bilincin ve doğrudan katılımın inşasını hedefler. Rojava’da kurulan kadın meclisleri, mahalle komünleri, adalet komiteleri ve ekonomi yapıları bu modelin somut uygulama alanlarıdır. Kadınlar yalnızca karar süreçlerinde yer almakla kalmaz; aynı zamanda toplumsal sorunların çözümünde ahlaki bir rehberlik işlevi görür. Abdullah Öcalan’a göre bu, kadının tarihsel rolünün yeniden tanınmasıdır; kadın toplumun vicdanı, etiği ve politik sezgisidir. Marksizm’in sunduğunun aksine, kapitalist sistem yıkıldığında ahlaki-politik toplum veya kadın özgürlüğü sorunu kendiliğinden çözülmez. Bu, öncelikle bir inşayı gerektirir.   Kadın kurtuluş ideolojisinin kurumsallaşması   PKK’nin 12’nci Kongresi’ne gönderdiği perspektifinde Abdullah Öcalan, kadın özgürlük ideolojisinin yalnızca bir alan politikası değil; bütün bir örgütsel ve toplumsal dönüşümün omurgası olması gerektiğini vurgular. Abdullah Öcalan’a göre, kadın meclislerinin ve kadın konfederal ağlarının örgütsel sistemin “kalbine” taşınması, yeni dönemin belirleyici adımıdır. Kongrede sunulan perspektif, kadının artık temsil edilmediği, doğrudan özneleştiği bir yeni toplum modelini ortaya koyuyor. Bu, klasik devrimci paradigmanın ötesine geçerek kadın özgürlük ideolojisinin kurumsallaşmasıdır: Kadınsız örgüt yoktur; kadınsız toplum ise yalnızca bir hayal olarak kalır.   Kadın komünleri, kooperatifler ve özyönetim   Kadın özgürlük paradigması, yalnızca ideolojik ve örgütsel düzlemde değil; gündelik yaşamın pratik inşasında da derin bir dönüşüm hedefler. Bu hedef, kadınların kurduğu komünler, üretim kooperatifleri ve yerel özyönetim alanlarında hayat bulur. Rojava, bu yönüyle paradigmanın pratiğe en somut şekilde taşındığı alanlardan biridir. Kadınlar, ekolojik tarım kooperatiflerinden eğitim meclislerine, kadın şifa merkezlerinden adalet komitelerine kadar çok çeşitli alanlarda kendi yaşam yapılarını örgütler.   Bu yapılar, kapitalist modernitenin bireyciliğine karşı kolektif-komünal yaşamı, rekabete karşı dayanışmayı, hiyerarşiye karşı eşitliği temel alır. Kadınların üretim sürecinde özneleşmesi yalnızca ekonomik değildir; aynı zamanda kültürel, sosyal ve politik bir özyönetim modeline dayanır. Kadın emeği bu sistemde ahlaki-politik bir değer hâline gelir. Üretim, ihtiyaç kadar ve toplum yararına planlanır. Bu nedenle kadın ekonomisi, klasik sosyalist ya da kapitalist kalıpların ötesinde, yaşamın etik temelini kuran bir modeldir.   Kadın komünleri aynı zamanda toplumsal ilişkilerin yeniden tanımlandığı alanlardır. Ortak karar alma, birlikte yaşama etiği, karşılıklı bakım, çocukların topluluk tarafından büyütülmesi gibi pratikler bu komünlerde hayata geçer. Abdullah Öcalan’a göre, kadının üretici ve düzenleyici gücüne dayalı bu yeni yaşam, yalnızca özgür kadın değil, özgür toplumun da temelidir.   Evrensel çözüm yolu: Kadın Konfederalizmi   Kadın Konfederalizmi, yalnızca bölgesel bir örgütlenme modeli değil; aynı zamanda küresel bir kadın özgürlük ağına dönüşme potansiyeli taşıyan derinlikli bir sistemdir. Abdullah Öcalan, kadınların devlet dışı, özerk ve birbirine bağlı meclislerle örgütlenmesinin sadece Kürdistan için değil, tüm dünya halkları için devrimci bir alternatif sunduğunu belirtir. Ona göre, kadın özgürlük çizgisi, kapitalist modernitenin tüm dünyada yarattığı krizlere karşı en evrensel çözüm yollarından biridir.   Bu ağ, yalnızca siyasi bir dayanışma değil; aynı zamanda bilgi, deneyim ve yöntemlerin paylaşıldığı, Jineolojî gibi kadın özgürlük bilimlerinin ortaklaştırıldığı bir enternasyonal örgütlenme hattıdır. Kadın konfederalizminin küresel dayanışma ağına dönüşmesi, feminist hareketlerin parçalı yapılarını aşarak; ahlaki-politik toplumu dünya ölçeğinde yeniden kuracak alanlar açar.