Toplumsal sistemin inşası (2) 2025-08-06 09:01:26     Tarihsel yok saymaya karşı dönüştüren bir güç   Derya Ceylan   HABER MERKEZİ - Kadın, tarih boyunca sembollerle tanımlanıyor; kutsanıyor, suçlanıyor, bastırılıyor. Dini, ideolojik, politik ve kültürel sembollerle kurulan görünmez tahakküm, kadın özgürlük hareketlerince sarsılıyor. Kadın artık temsil edilen değil; temsili dönüştüren bir özne olarak tarih sahnesine çıkıyor.   Toplumlar tarih boyunca kendilerini semboller, mitler ve ritüeller aracılığıyla inşa ederken, bu semboller yalnızca ortak hafızayı değil, toplumsal cinsiyet rollerini de belirliyor. Kadın, yüzyıllardır dini, kültürel ve politik semboller aracılığıyla eksik, günahkâr ya da korunmaya muhtaç bir varlık olarak temsil ediliyor. Bu temsiller toplumsal hafızaya kazınarak, kadınların özne olma potansiyelini bastıran güçlü birer kontrol mekanizmasına dönüşüyor.   Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Kadının köleliği, insan köleliğinin prototipidir” diyerek semboller üzerinden kurulan tahakkümün yalnızca kadınları değil, tüm toplumu kuşattığına işaret ediyor. Sembolik şiddet yalnızca kadınların kamusal alandan dışlanmasına değil, kendilerini manevi, siyasi ve toplumsal özne olarak inşa etmelerinin engellenmesine yol açıyor.   Dosyamızın bu bölümünde sembolik şiddetin din, politika ve kültür alanlarında nasıl kurumsallaştığını; kadın ilahiyatçıların ve kadın özgürlük hareketlerinin bu tahakküme karşı geliştirdiği direniş biçimlerini ele alıyoruz. Ayrıca sembollerin dönüştürülmesinin toplumsal özgürlük mücadelesindeki yerine dikkat çekiyoruz.   Sembolik şiddetin tanımı ve kurumsallaşması   Sosyolog Pierre Bourdieu’nün tanımıyla “sembolik şiddet”, fiziksel zorlamaya ihtiyaç duymadan; dil, temsil ve kültürel kodlar aracılığıyla kurulan tahakküm biçimi olarak işliyor. Erkek egemen sistemin en sinsi aygıtlarından biri olan bu şiddet biçimi, “normal” kabul edilen davranışlar ve anlatılarla sürekli yeniden üretiliyor.   Kadının sembolik temsildeki edilgenliği; eril dilde (“kadın kısmı bilmez”), mitolojide (eril tanrılarla özdeşleşen güç figürleri), kutsal metinlerde (günahın kaynağı figürü), hatta hukukta (eşitsiz haklar) kurumsallaşarak toplumsal hafızaya yerleşiyor.   Dini semboller: Günahın ve eksikliğin taşıyıcısı kadın   Dini anlatılar, toplumsal cinsiyet rollerini belirleyen en güçlü ideolojik araçlardan biri olmayı sürdürüyor. Kadın birçok dinde ya günahın kaynağı, ya da erkeğe tabi bir varlık olarak sembolize ediliyor. Havva’nın yasak meyveyi yemesi, kadını ilk günahın taşıyıcısı; fitne ve sapmanın sembolü haline getiriyor.   İslam’ın eril yorumlarında kadın, erkeği günaha sürükleyen ve kontrol edilmesi gereken bir varlık olarak anlatılıyor. Yahudi inancında kadının “erkeğin eksik parçası” olarak tasvir edilmesi, onun asli değil tamamlayıcı olduğunu ima ediyor. Bu semboller, kadının toplumsal rollerinin “annelik”, “itaat” ve “namus” etrafında sınırlandırılmasına ideolojik zemin oluşturuyor.   Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu yapıyı şu sözlerle özetliyor: “Toplumsal roller kadına kapatılmıştır. Kadın, tanrılardan erkeklere devredilerek statüsüz bırakılmıştır.”   Politik semboller: Kadın ulusun bekçisi, erkek aklı ve iktidarı   Ulus-devlet inşasında kadın genellikle “anne”, “vatanın namusu” ya da “şehit annesi” olarak temsil ediliyor. Bu semboller, kadının devletin ihtiyaç duyduğu anlarda kutsanmasına; kriz anlarında ise kurbanlaştırılmasına neden oluyor. Kadın bir yandan kültürün taşıyıcısı, diğer yandan savaşın sessiz tanığı ya da acının adı oluyor.   Bu temsiller kadını aktif siyasi bir özne olmaktan çıkarıyor; onun yerine, pasif bir figür olarak korunması gereken bir varlık haline getiriyor. “Kurtarılması gereken kadın” söylemi, devletin koruyucu ve erkek aklıyla şekillenen kimliğini meşrulaştırıyor.    Kültürel semboller ve dilin gücü   Gündelik dilde yer alan deyimler ve atasözleri, sembolik şiddetin en yaygın biçimde üretildiği alanlardan biri olarak öne çıkıyor. “Kadın kısmı laf bilmez”, “Erkek gibi erkek”, “Kadın dediğin susar” gibi kalıplar, kadını edilgen, eksik ve duygusal bir varlık olarak konumlandırıyor.   Bu dilsel semboller yalnızca söz düzeyinde kalmıyor; toplumsal rol dağılımı, karar alma süreçleri ve kamusal görünürlükte de etkili oluyor. Kadının kendini ifade etme, liderlik etme ve özne olarak inşa etme kapasitesi sistematik biçimde bastırılıyor.   Kadın ilahiyatçılar ve alternatif kutsal okuma   Kadın ilahiyatçılar, kutsal metinlerin erkek egemen yorumlarını sorguluyor ve tarihsel bağlam içinde yeniden değerlendiriyor. Feminist teoloji, dinî hükümlerin yorumlarının çoğunlukla eril otoriteler tarafından şekillendirildiğini ortaya koyuyor.   Amina Wadud, İslam’da kadınların ibadet ve liderlik hakkını savunuyor. Elisabeth Schüssler Fiorenza, Hristiyan metinlerinde kadın öznenin görünürlüğünü açığa çıkarıyor. Fatima Mernissi, İslam tarihinde kadın figürlerinin unutturulmasını eleştiriyor. Bu çalışmalar, dini alanda kadının sadece edilgen bir figür değil, anlam kurucu bir özne olabileceğini gösteriyor.   Kadın özgürlük hareketleri: Temsilden dönüşüme   Kadın özgürlük mücadelesi, sembollerin kadın aleyhine kullanımına karşı hem teorik hem de pratik bir mücadele alanı açıyor. Kadının temsilini dönüştürmek, görünürlüğünü artırmak ve yeni anlamlar üretmek; yalnızca kadınların değil, tüm toplumun özgürleşmesini mümkün kılıyor.   Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu mücadeleye şu sözlerle dikkat çekiyor: “Kadın özgürlük hareketinin temel anlamı, tarihin ilk büyük köleliği ve ezilmişliği olan kadının özgürlüğe kavuşmasıdır.”   Kadının özneleşmesi için sembolleri dönüştürmek   Kadının dini, politik ve kültürel semboller aracılığıyla bastırılması, erkek egemen sistemin en görünmez ama en güçlü kontrol araçlarından birini oluşturuyor. Bu semboller, kadınların hayatlarını belirleyen kuralları şekillendiriyor ve kendi kaderlerini tayin etme haklarını sınırlandırıyor.   Kadın ilahiyatçılar tarafından geliştirilen yeni okuma biçimleri, feminist hareketin açtığı eleştirel yollar ve kadın özgürlük mücadelesinin sahadaki direniş pratikleri, sembolik şiddetin çözülmesi ve yeni toplumsal anlamların kurulması açısından büyük bir önem taşıyor.   Kadının toplumsal, manevi ve siyasi bir özne olarak kendini yeniden inşası; sembollerin dönüştürülmesi ve ataerkil ideolojinin çözülmesi ile mümkün oluyor. Bu dönüşüm, yalnızca kadınların değil, tüm toplumun özgürleşmesinin yolunu açıyor.