Erkek şiddetinin kaynağı… (3) 2024-10-31 09:02:14                     Kadın kırımının panzehiri özgürlük mücadelesidir   Rojda Gülsün    HABER MERKEZİ – Türkiye’de kadınlar, AKP-MHP iktidarının körüklediği şiddet politikalarına karşı özgürlük için kararlı bir mücadele veriyor. "Jin, Jiyan, Azadi" sloganıyla dayanışmanın gücünü vurgulayan kadınlar, baskı ve katliamlara karşı örgütlü direnişi yükseltiyor. Kadına yönelik şiddeti durdurmanın yolu, öz savunma ve dayanışmadır. 25 Kasım’da, bu mücadeleyi daha güçlü bir noktaya taşımak için kadınlar direnmeye hazırlanıyor.   Erkek şiddetinin ciddi olaylarla patlak verdiği bir süreçteyiz. Kadınlara karşı hınç ve nefret duygusu ile geliştirilen katliamlar bir kadın kırımıdır. Hınç ve nefret duygusu bizzat eril iktidarlar tarafından körükleniyor. Bu şiddet karşısında sinmiş, korkmuş, yılmış, erkeğe teslim olmuş bir kadın gerçekliği yaratılmak istenir. Kadınlar için yaşam sınırları belirlenir ve artık kadın bu sınırlar dışına çıkınca karşılaşacağı şiddetin korkusu ile adım atamaz olur. Kadınların kendisi bu korkuları ‘artık güven içinde hissetmiyoruz’ diye dile getiriyor. Herkes ağız birliği etmişçesine kadınlara bu sınırlar çerçevesinde had bildiriyor, baş eğdiriyor, geleneksel yaşam ölçülerini dayatıyor. Kuşkusuz bu duruma karşı çıkan kadınlar da var. Fakat erkek zihniyetin bu kadınlar için de planı katletme ya da tutuklayarak ehlileştirme yöntemidir. Bir diğer yöntem olarak da kadınların daha iyi itaat etmesi için muhakkak bir erkek tarafından sahiplendirilmesidir. Babanın sahipliğinden kocanın sahipliğine geçer kadınlar. Kadını mal-mülk gören bu anlayış, mala-mülke her türlü zararı da veriyor. Bu zihniyetin Türkiye’deki uygulayıcısı da günümüzde AKP-MHP iktidarıdır.   Dosyamızın son bölümünde, Türkiye’de kadınlara yönelik artan şiddet, örgütlü kadın mücadelesinin önemi, "Jin, Jiyan, Azadi" sloganının evrensel gücü ve 25 Kasım’da yapılacak eylemlerle ilgili konulara yer verdik.   Yaşamın formülü mücadeledir   Tüm bu yıldırma politikalarına karşı güçlü bir kadın özgürlük mücadelesinden de bahsetmek mümkün. Zaten teslim alınamayan özgürlük eğilimleri karşısında iktidarların saldırı furyaları katmerleşiyor. Kadınlar artık seslerini daha fazla yükseltiyor. Bu ses birbirine değdikçe dünyanın kadın aklı ile değişeceğinin umudunu da dağıtıyor her yere. Erkek şiddetinin yaratmak istediği korku imparatorluğu ancak mücadele ile alaşağı edilebilir. Kadınlar için günümüzde yaşamın temel formülü mücadeledir.    Mücadele dinamikleri daha güçlü belirlenmeli   Kadın mücadelesinin Türkiye’de de ulaştığı ciddi bir seviye var. Bu mücadeleyi de görünmez kılmak için iktidar tarafından her türlü ideolojik, siyasi, fiziksel saldırı da uygulanıyor. Ama kadınlar yılmadan mücadeleye devam ediyor, mücadele ile kadınlar için yazılmış bu kaderi silebileceklerini biliyorlar. Bu nedenle kadınlar açısından mücadele dinamiklerini daha güçlü belirlemek önem taşıyor.   Ortak paydada buluşmalıyız   Güçlü bir mücadele ancak örgütlü bir güç ile açığa çıkar. Kadın örgütlülüğünün geldiği bir aşama var ama hala tüm kadınlar sistem karşısında örgütlü değil. Nerede örgütsüz bir kadın varsa kesinlikle savunmasızdır, erkeğin saldırılarına açıktır. Bu nedenle kadın mücadelesinin temel hedeflerinden biri tüm kadınların örgütlülüğünü sağlamaktır. Tıpkı kadınların eylemlerde dile getirdiği gibi: “Kadınlar birlikte güçlü!” Günümüz Türkiye’sinde birçok kadın örgütü mevcut. Kimi siyasi partilerin kadın örgütlülükleri de gündem oluşturmaya çalışıyor. Tüm bu örgütlenmelerin ortak bir paydada buluşması önem kazanıyor. Her bir örgütlülüğün farklı ideolojisi ve stratejisi olsa da kadın özgürlüğü açısından bir araya gelecek ilkelerde uzlaşma rahatlıkla sağlanabilir. Bu nedenle kadınlar olarak daha çok tartışmaya ve ortak paydalarda buluşmaya ihtiyacımız var.   Kadın devrimciliğinin öncülüğünü yapabiliriz   Kadınların geliştirdiği ortak örgütsel yapılar, ittifaklar yani en genel anlamda dayanışma kadını yaşama bağlayacak temel adımdır. Eylemlerde haykırılan “Kadın dayanışması yaşatır” doğru bir tespite dikkat çekiyor. Fakat hala kadınları yaşatabilecek ciddi bir dayanışma ağının örgütlendirilmesinde yetersizlikler var. Amasız, fakatsız yani hiçbir ön gerekçeye sığınmadan kadın dayanışmasını örmek tüm kadın örgütlerinin önünde ciddi bir görev olarak da duruyor. Toplumsal açıdan tabanda gelişen bir dayanışmadan bahsetmek mümkün. Son katliamlar karşısında kadın eylemlerinde, üniversiteli gençliğin eş zamanlı eylemlerinde bu gerçekliği gördük. Fakat bu dayanışmanın kalıcı bir örgütlülüğe dönüşmesine, salt saldırılar karşısında bir araya gelmeyle sınırlı kalmamasına ihtiyaç var. Kadının özgürlük mücadelesi küresel bir mücadeledir. Bu noktada dayanışmanın sınırları da daha geniş olabilir. Nasıl ki erkeklik her yerde kadınlara karşı ortak zihniyete dayalı saldırılarını gerçekleştiriyorsa bunun karşısında da tüm kadınlar arasında kurulmuş güçlü bir ittifaka ve dayanışmaya ihtiyaç var. Adeta birbirine kenetlenmişçesine bir dayanışma ağı örebilmeliyiz. Bu dayanışma ile 21. Yüzyıl kadın yüzyılı olabilir, kadın devriminin öncülüğünü yapabiliriz.   ‘Jin, Jiyan, Azadî’   Bu konu bağlamında Türkiye açısından bir noktaya dikkat çekmekte fayda var. Bilindiği üzere İran’da Jina Emînî’nin başı açık gerekçesiyle 16 Eylül 2022’de katledilmesinden sonra dünyanın her yerinde kadınlar birlikte ayağa kalktı. Kürt, Fars, Belluc kadınların öncülük ettiği bu mücadele dalga dalga dünyanın her yerine yayıldı. Ayağa kalkan tüm kadınlar ülkesi, ulusu, sınıfı fark etmeksizin tek bir slogan etrafında birleşti: Jin, Jiyan, Azadi! Kadın öncülüğü, özgürlüğünü, mücadelesini bundan daha iyi ifade edebilecek bir formül yok sanırım. Kadının yaşam ve özgürlükle bağlantısını açıkça ortaya seriyor ve biz kadınlar da bunu savunmuyor muyuz zaten? Kadın demek yaşam demektir, yaşam kadın elinden bahşediliyor ve kadın öncülüğünde devam ediyor. Fakat kadının öncülük ettiği bu yaşam özgürlük içindir. Bu sloganın halklar önderi Abdullah Öcalan tarafından formülize edildiğini herkes biliyor. Kadın özgürlüğü için yıllarını vermiş, paradigmalar oluşturmuş, bunun ideolojisi ve örgütlülüğünü geliştirmiş olduğunu da artık tüm dünya biliyor. Türkiyeli kadınlar içerisinde de bu slogan bir gerçekliğe dikkat çektiği için benimsenmiş ve birçok kadın eyleminde de kadınlar hep bir ağızdan dile getiriyor.    Haykırmaya devam etmeliyiz   Fakat iktidar tarafından bu slogan terörize edilmek isteniyor, bu sloganı dile getiren kadınlara karşı saldırılar geliştiriliyor. En son Ankara Barosu seçimlerinde, Karadeniz’deki kadın eylemlerinde, Koç Üniversitesi’ndeki öğrenci eylemliliklerinde bu saldırılara tanık olduk. Bu saldırılar ile kadın mücadelesi ve birlikteliği parçalanmak, ayrıştırılmak istendi. Fakat kadınlar yılmadan, ısrarla bu gerçekliği haykırmaya devam etti. Doğru olan tutum da budur. Bu kadar evrenselleşmiş ve kadın hakikatini çok güçlü ifade eden bir sloganı Türkiye’deki kadın eylemlerinde haykırmaya devam etmeliyiz.   Örgütü bir mücadele yürütülmeli   Devlet kadın katliamlarını bilinçli yürütüyor. Ne kadınların ne de toplumun savunmasını düşünüyor. Aksine en çok örgütlediği savunma güçleri kadın karşıtlığı yapıyor. Bu nedenle kadın kırımlarına karşı örgütlü bir mücadele yürüterek kendi savunmasını geliştirmek kadınlara kalıyor. Öz savunma kadınlar açısından hayati bir konudur. Erkek saldırıları karşısında her kadının kendisini nasıl koruyacağını bilince çıkarması önemli. Bu konuda öz savunmasını geliştiren kadınlar da devletin hedefinde oldu. Dolayısıyla eril zihniyet yapılanması olan devlete karşı öz savunma geliştirmek öncelikli adımdır. Öz savunma özgür yaşamın esasıdır, kadın olarak var olmanın yegane ilkesidir. Bunun için kesintisiz bir eylemlilik içerisinde olmak lazım.    Özgürlüğe bir adım daha    Kadınlar özgürlüğü sokaklarda, eylemlerde hep birlikte geliştirdiği toplumsal tepkilerde bulabilir. Özgürlük eril zihniyetin temsilcisi devletten talep edilemez ki edilse bile devlet doğasına terstir, devletten taraf böyle bir adım gelişmez. Özgürlük öz savunma bilinci edinmiş kadınların örgütlü mücadelesiyle, eylemleriyle kazanılabilir. Her kadın katliamına ses yükselttiğimiz sürece, saldırıları kabul etmediğimizi tutumlarımızla gösterdiğimiz müddetçe özgürlüğe bir adım daha yaklaşmış olacağız.   Erkeğe de ciddi görevler düşüyor    Kadınlar öncülüğünde yürütülen toplumsal mücadelede erkeğin değişim-dönüşümünü de hedeflemek temel bir konudur. 5 bin yıllık eril zihniyet yapılanmasına göre şekillenmiş bir erkek gerçekliğinden bahsediyoruz. Devlet ve onun prototipi aile tarafından sürekli üstün cins görülen, her yanlışında haklı çıkarılan, kadınlara sahip olarak eğitilen, cinsiyetçi rol yapılanmaları temelinde şekillendirilen bir gerçeklik var ortada. Bu zihniyete göre şekillenen erkek kadın karşıtlığı üzerinden konumlanıyor, kadına yönelik her türlü saldırıyı kendisi için hak görüyor. Bu gerçekliği de kuşkusuz kadınların mücadelesi değiştirecektir. Erkeğin mevcut erkekliği öldürerek demokratik yaşam esasları temelinde şekillenmesi için ciddi bir zihniyet çalışmasına ihtiyaç var. Değişime inanarak her iki cinsin özgür ve eşit bir şekilde yaşaması için kadın özgürlük çalışmalarında erkeğin dönüşümünü de hedefleyebilmeliyiz. Şüphesi bu konuda erkeğe de ciddi görevler düşmekte. Mevcut erkeklik yaşam adına hiçbir şey bırakmıyor, bu erkekliği reddederek oluşum sürecine adım atılabilir. Toplumsal dönüşüm ancak özgürlüğe adım atmış kadınlar ve mevcut erkekliği kabul etmeyip kişiliğinde demokratikleşmeyi gerçekleştiren erkekler ile sağlanır.   Güçlü bir sese ihtiyaç var    Kadın kırımının panzehiri kadın özgürlük mücadelesidir. Tüm kadınlar bu mücadele safında yer alırsa kırım politikalarını da geriletebiliriz. Bu konuda toplumun her kesimine ciddi sorumluluklar düşmektedir. Özelde toplumun vicdanı olarak tanımlanan aydın ve sanatçı kesimlerin yürütülen kadın özgürlük mücadelesine karşı daha hassas olması beklenir. Tepkilerini daha cesur dile getirip kadın cephesinden yana saf tutarak erkek şiddetinin ortadan kalkmasında rol ve görev üstlenebilirler. Sonuçta sergilenen sanat da edinmiş aydın bilinç de toplumsal gelişim içindir. Toplumsal sorunlara daha duyarlı, kadın lehine daha güçlü bir sese ihtiyaç var.   Çürümüşlüğe dur demenin zamanı    AKP-MHP iktidarı yıkımın eşiğindedir. Giderayak ‘ne kadar zarar versem kardır’ mantığıyla her türlü toplum karşıtlığı politikalarını devreye koymuş vaziyettedir. Toplumsal çürüme bizzat bu iktidar tarafından geliştiriliyor. Toplumun ahlaki ve politik gerçekliğinden uzaklaşması için her şey yapılıyor. Bu çürümede erkeklik kışkırtılıyor, kadına düşen ise sadece ölüm oluyor. Türkiye’de kadın katliamlarını engellemenin yegane yolu bu nedenle AKP-MHP iktidarına son vermektir. Bunun için daha güçlü bir toplumsal muhalefette herkesin özgürlük mücadelesinin birer neferi olarak bu çürümüşlüğe dur demesinin zamanıdır.   25 Kasım’a dikkat çekildi    Özelde 25 Kasım’ı da karşılayacağımız günleri şiddetle mücadele adına daha güçlü bir sürece dönüştürebiliriz. Bütün kadın hareketleri adına özeleştirisel bir yaklaşımla her günü kadına yönelik şiddetleri engelleyecek düzeyde eylemlerle karşılamak, 25 Kasım’da da bunu zirveye taşımak önemlidir. Şimdiden hazırlıklar yapılarak tüm şiddet politikalarına karşı güçlü tutumlar sergilenebilir.    Bitti.