Dünya Çocuk Hakları Günü: Kürt çocukların yaşam hakları elinden alınıyor
- 09:03 19 Kasım 2023
- Çocuk
Pelşin Çetinkaya
AMED - İktidarın Kurdistan’da sürdürdüğü savaştan etkilenen çocukların yaşadığı hak ihlallerine dair konuşan Rengarenk Umutlar Derneği Başkanı Yeter Erel Tuma, “Kurdistan’da yaşanan savaşa tanıklık eden çocukların oynadıkları oyunlar, hep savaş oyunlarıdır” örneğini verdi.
Türkiye’nin uluslararası insan hakları sözleşmelerinde ve protokollerde imza atarken koyduğu çekinceler, çocuk hakları için de geçerli. Yaşam hakkından eğitim, sağlık hakkına kadar çocukları korumak üzere oluşturulan sözleşmelere dahi çekince koyan Türkiye’nin, devlet kaynaklı şiddet vakalarından etkilenen çocuklara dair karnesi, bir anlamıyla çekincelerinin de nedenlerini gösteriyor. Diğer yandan çocuklar korunmayarak, her türlü hak ihlalinin de hedefi oluyor. Amed’de faaliyet yürüten Rengarenk Umutlar Derneği Başkanı Yeter Erel Tuma, temel hak ve özgürlükleri ellerinden alınan çocuklara ve 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne dair konuştu.
1994 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de 54 madde olduğunu ve sözleşmenin çocuğu koruyan, çocuğun güvenliğini sağlayan maddelerden oluştuğunu ifade eden Yeter, bu sözleşmenin hayata geçirilmesinin öncelikle taraf olan devletlerin sorumluluğunda olduğunu söyledi. Yeter, Türkiye Cumhuriyeti’nin, 54 maddelik sözleşmenin 17, 19 ve 20’nci maddelerine çekince koyarak imza attığını ve bu maddelerin ağırlıklı olarak çocukların dil ve kültür hakkını içerdiğini aktardı.
‘Kültürsüzleştirme politikası uygulanıyor’
Türkiye’nin tüm çocuklara eşit ve adil şekilde haklara erişim sağlamadığına dikkat çeken Yeter, “Batı kentlerinde bir grup çocuk herhangi bir konu üzerine bir eylem yaptığında karşılıksız kalırken, Kurdistan kentlerinde bir grup çocuk bir eylem yaptığında farklı sonuçlar ortaya çıkıyor” dedi. Yeter bu konuyla ilgili eşitsizliği şu örneklerle gösterdi: “Hem geçen yıl hem de bir önceki Newroz’da çocukların geleneksel kıyafetleri kolluk kuvvetleri tarafından üzerlerinden soyuldu. Çocukların, parmak izleri ve kan örnekleri alındı. Çocukların Newroz’a katılmaları aslında onların kültür hakkına bir erişim meselesidir. Başka bir örnekle, yerel çalışan örgütlerde Kürtlerin geleneklerinden olan bazı ritüellerden olan ‘Serê salê’ ve buna benzer etkinlikler maalesef polis baskınlarıyla sonuçlanıyor. Buradan aslında şu sonuca da ulaşmak mümkün, bunlar bir kültürsüzleştirme politikasının sonuçları. Bu aslında bir nevi de, ‘Diğer kimlikleri görmemek demek, kimliksizleştirmeye çalışmak’ demek. Dolayısıyla tüm bu politikalar yine çocukların hak ihlali yaşamasına sebep oluyor” şeklinde konuştu.
Hiçbir belediyede Çocuk Hakları Başkanlığı yok
Yeter, çocuk haklarını sağlamanın devletin sorumluluğunda olduğunu fakat cılız, kapsayıcı olmayan bir çocuk hakları politikasıyla bu sürecin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na devredildiğini ekledi. En büyük problemi “ülkede etkin, kapsayıcı bir çocuk hakları politikası olmayışı” şeklinde değerlendiren Yeter, “Çocuklar hak ihlallerine maruz kaldığı zaman sürecin sadece Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’yla yürütülmesi çok mümkün değil. Çocuk haklarına dair sorumlulukların yerel yönetimlere de verilmesi gerekiyor. Mesela, Türkiye’de hiçbir belediyede ‘Çocuk Hakları Başkanlığı’ yoktur. Aslında o zincir şöyle işlenmeli: Devlet, bakanlıklar, yerel yönetimler, kamu birimleri. Yetişkinlerin olduğu her alanda çocukların haklarını gözeten mekanizmaların olması gerekir. Zaten eğer bu mekanizmalar oluşturulmuş ve sağlıklı bir denetim süreciyle işletiliyor olabilseydi çocuklar bu kadar hak ihlallerine ve istismarlara maruz kalmazdı” sözlerine yer verdi.
‘Çocuk toplumda bir birey olarak görülmeli’
Toplumun 3’te 1’ini çocukların oluşturduğunu dile getiren Yeter, uğradıkları hak ihlallerinin, onların hak ve özgürlükler sahibi yurttaşlar olarak görülmemelerinden ortaya çıktığını belirtti. Yeter, çocukların da bir birey olarak kabul edilmesi gerektiğinin altını çizerken, şu sözlere yer verdi: “Onları bugünün bireyi olarak kabullenmek demek, zaten o hakları da yerine getirmek demek. Ne devlette ne toplumda maalesef böyle bir algı yok. Çocuklar, ‘Ancak büyüyünce işe yarayacak olan, etrafta dolanıp, sürekli yaramazlıklar yapan gereksiz canlılar’ olarak algılanıyor. Çocuk meselesi hep öteki tarafta tutuluyor. Önce yetişkinler için hak savunuculuğu yapan örgütlere söz hakkı verilir. Çocuk hakları savunuculuğu yapan örgütlere söz hakkı için çok kısa bir süre verilir.”
‘Krizlerde çocuklar görülmüyor’
Yeter, “Özellikle bu kriz dönemlerinde çok açığa çıkar bu sorun. Bütün ihtiyaçlar yetişkinler için hazırlanır. Örneğin 6 Şubat’ta çok büyük bir deprem geçirdik. Orada da çocuklar çok görünmezdi. Kriz süreçlerinden en çok çocuklar etkilenir ama en az desteği her zaman çocuklar alırlar. Depremde de ihtiyaç malzemeleri hazırladığı zaman yetişkinlere göre hazırlanır. Çocukların ihtiyaçları gözetilmez. Çadır ya da konteyner alanlarında hiçbir çocuk tuvaleti göremeyiz” ifadelerini kullandı.
‘Savaş ile çocukların yaşam hakkı ellerinden alınıyor’
İktidarın Kurdistan’da hala devam ettirdiği savaşlardan dolayı çocukların yaşam hakkının ellerinden alındığına işaret eden Yeter, “Savaş politikalarının bir sonucu olarak, özellikle sınır kentlerinde çocukların yaşam alanlarında, oyun oynadığı yerlerde, okullarının kıyısında, belki biçtiği tarlada, koyununu otlattığı çayırda mayınlarla karşılaşması çok mümkün. Yine panzer çarpması sonucu hayatını kaybeden çocuk, dünyada sadece Kurdistan’dadır. Yine Kurdistan’da askeri bir gücün yoğun hissedildiği bu bölgelerde çocukların kendilerini güvende hissettiklerini söylemek mümkün değil. Çocukların oyun alanlarında, çocuklar okula giderken ya da sokaklarında sürekli askeri araçların dolaştığı müdahale ettiği ve anonsların yapıldığı bir yerde çocukların kendilerini güvende hissetmesi de mümkün değil” sözlerine yer verdi.
Çocukların politik katılım sürecine engel
Yeter, Kürt çocukların değiştirme-dönüştürme ihtiyaçlarının Kurdistan’da ortaya çıktığını kaydederken, çocukların Kurdistan’ın her yerinde panzerleri gördüğünü ve askeri otoriteyi hissettiğini aktardı. Bu durumun çocukları rahatsız eden bir konu olduğunu belirten Yeter, “Çocuklar panzerlere taş atarak aslında onları istemediklerini anlatmaya çalışıyorlar. Bir zamanlar ülkede ‘taş atan çocuklar’ diye bir kavram çıktı. O süreçte birçok şey denildi. Aslında kimse bu süreci çocuk hakları bağlamında değerlendirmedi. Çocuğun gelişimsel süreci olarak değiştirme-dönüştürme süreci bir tarafta duruyor. Diğer tarafta da aslında bir hak meselesi olarak çocuklar, değişim ve dönüşüm yaratabilmek için politik katılım haklarını icra ediyorlar. Kurdistan’daki politik katılım süreci maalesef birçok hak ihlallerinin yaşandığı bir sürece dönüşüyor. Süreç, çocuğun cezalandırılmasıyla sonuçlanıyor” ifadelerini kullandı.
Cezasızlık politikası meşrulaştırılmaya çalışılıyor
Cezasızlık politikasının meşrulaştırılmaya çalışıldığı Kurdistan’da bu duruma örnek olarak Yeter, Tayyip Erdoğan’ın 2009 yılında Colemêrg’de polis tarafından kolu kırılan çocuğa dair yaptığı “Kadın da olsa çocuk da olsa kahraman polislerimiz gerekeni yapar” sözlerini gösterdi. Yeter, kolluğun, buradan aldığı cesaretle 2009’da başlayan ve bugüne kadar ağırlıklı olarak da çocukların yaşam hakkı ihlaliyle sonuçlanan bir sürecin yaşandığını vurguladı. Yeter, sözlerinde cezasızlık politikasını da değerlendirerek, “Sûr’da 2015 yılında hedef alınarak öldürülen Helin Hasret Şen’in karar duruşması vardı. Doğrudan hedef alarak katledildiği o kadar açık iken maalesef 6 yıl 3 ay gibi bir ceza ile süreç kapatıldı. Bu aslında ceza değil, bunun da yatarı yok. Bunun ismi cezasızlık. Dolayısıyla bu kolluk kuvvetlerine cesaret veriyor” şeklinde konuştu.
‘Anadil en temel çalışmalarımızdan biri’
“Bu ülkedeki yasalar, çocukları korumak zorunda fakat Kurdistan’da çocuklar, yasalarla öldürülüyor” diyen Yeter, aynı zamanda derneklerindeki çalışmalara da değindi. Ağırlıklı olarak çocukların, barış hakkı üzerine çalışmalar yaptıklarını paylaşan Yeter, “Yaptığımız raporlarla, yürüttüğümüz savunuculuk çalışmalarıyla bölgede ve kentte yapılmış bütün çocuk hak ihlallerinin karşısında durmaya ve önlemeye çalışıyoruz. Fakat Sûr’daki çatışmalardan sonra raporlamalarımızda, ‘çocuklar o çatışmalardan sonra kendi anadillerini kullanmamaya başlamışlar’ sonucuna ulaştık. Çünkü orada bir kimlik reddi var. ‘Eğer Türkleşirsem, Kürt olmazsam daha güvende olurum’ algısı var. Dolayısıyla aslında çatışmalardan önce sokakta arkadaşlarıyla oyun oynarken kendi anadilini kullanan, okulda, derste değil ama teneffüste yine arkadaşlarıyla oynarken kendi anadilini kullanan çocuklar, çatışmalardan sonra hiç Kürtçe konuşmamaya başlamışlardı” ifadelerini kullandı.
Organizasyonlar yapılıyor
Bir taraftan da kültürsüzleştirme ve kimliksizleştirme politikalarına karşı savunuculuk yaptıklarını kaydeden Yeter, “Çocukları mümkün olduğu kadar kendi kültürlerine ait aktiviteleri gerçekleştirmesi için süreçleri kolaylaştırıyoruz, organizasyonlar yapıyoruz. Anadil en temel çalışmalarımızdan biri” dedi.
‘Devlet çocukları birer yurttaş olarak kabul etmeli’
Yeter hak ihlallerinin yaşanmaması için öncelikle devletin, çocukları hak ve özgürlükler sahibi birer yurttaş olarak kabul etmesi, toplum tarafından bunun kabul edilebilmesi için farkındalık çalışmalarını yürütmesi, etkin bir çocuk hakları politikası hazırlaması gerektiğine dikkat çekti. Yeter, son olarak şunları ekledi: “Bakanlıklarından diğer kamu idarelerine, oradan yerel yönetimlere geniş bir zincire yayılarak tüm toplum tarafından çocuk haklarının gözetilmesi, yerine getirilmesi ve önlenmesine dair çocuk çalışmalarının yürütülmesi gerekiyor. Hepsinden önce Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30’uncu maddelerindeki çekincelerin derhal kaldırılması gerekiyor.”