Yüksel Genç: İntiharların önlenmesi için sistematik çözümler şart

  • 09:03 2 Ocak 2025
  • Güncel
Pelşin Çetinkaya 
 
AMED – Kürdistan kentlerinde son 24 yılda intihar vakaları büyük ölçüde arttığına dikkat çeken SAMER Koordinatörü Yüksel Genç, "İntiharlar bireysel bir sorun değil, toplumsal krizlerin doğrudan bir yansıması. Özellikle gençler ve çocuklar arasındaki artış, sistematik ve yapısal sorunların göstergesi” dedi. 
 
AKP’nin iktidarında toplumun karşı karşıya olduğu sorunlar giderek artarken, bu sorunlara çözüm üretilememesi bireylerin yaşamla olan bağlarını daha da zayıflatıyor. Toplumun her alanında yaşanan değişimlerin hem fiziksel hem de ruhsal etkileri derinleşiyor. Bu süreçte dikkat çeken önemli sorunlardan biri de intihar vakalarındaki artış.
 
Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi, Türkiye ve Kürdistan'daki intihar vakalarındaki süreğen artışı, intiharların nedenlerini, yöntemlerini ve yaş gruplarına göre dağılımını incelemek amacıyla Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2000-2023 yıllarını kapsayan verilerini analiz etti. Merkez, bu verileri grafik ve tablolarla detaylı bir şekilde raporlayarak intiharların önüne geçilmesi veya azaltılması için çözüm önerilerine katkı sunmayı hedefledi.
 
Rapora göre, Türkiye genelinde intihar oranları son 24 yılda 2,25 kat arttı. İntihar vakalarının en çok yaşandığı yıl 2022 olurken, 2000 yılında kayda geçen bin 802 intihar vakası, 2022 yılında 4 bin 218’e yükseldi. Türkiye genelinde 15 yaş altı intihar vakalarının en yoğun görüldüğü yıllar 2010 ile 2014 arasında gerçekleşirken, intiharların en fazla görüldüğü yaş aralığı 20-24 ile 25-29 yaş grupları oldu.
 
Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi (SAMER) Koordinatörü Yüksel Genç, raporda yer alan verilere ilişkin sorularımızı yanıtladı. 
 
"Her intihar vakası, içinde yaşanılan ailenin, çevrenin, toplumun, kentin ve ülkenin sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve siyasal görünümlerine dair çok fazla veri sunar ve bir bozulma hâline ya da bireyde aşılma ihtiyacına işaret eder."
 
*Ele aldığınız 23 kentteki intihar vakalarını değerlendirirken, bu bölgelerdeki sosyo-ekonomik durum, eğitim seviyeleri ve toplumsal değerler silsilesinin intihar oranlarına etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
İntihar vakaları her şeyden önce bireysel tercihler gibi yansısa da, aslında toplumsal hayatın içinde yaşanılan dünyanın birer sonucu olduğu ya da o içinde bulunan dünyaya seslenen bir tür radikal eylem ve çağrı biçimi olduğu söylenebilir. Bunu söylerken, intiharların aslında sadece bireylerin anlamsız buldukları yaşama ilişkisini sonlandırma isteği değil, aynı zamanda toplumun onlara yüklediği ya da onların topluma yüklediği anlamsızlıklar toplamına bir çağrı ve içerik taşıdığını ifade etmek ister bütün intiharlar. Ben de bunu söylemeye çalışıyorum.
 
O anlamıyla hiçbir intihar vakası, bireysel bir eylemin etkinliği sonucu olarak ele alınmayıp, aynı zamanda kolektif, toplumsal hayatın bir sonucu olarak değerlendirilmeli; o hayatın bireylerdeki yansımaları ya da bireylerin o topluma yansımalarının bir sonucu olarak görülmelidir. Bu noktadan baktığımızda, her intihar vakası içinde yaşanılan ailenin, çevrenin, toplumun, kentin, ülkenin, aslında sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve siyasal görünümlerini, hatta ruhsal ve maneviyatla ilgili değerlerle ilgili görünümlerine dair çok fazla veri sunar ve orada aslında çalışmış olan bir şekilde bir bozulma haline ya da bireyde aşılma ihtiyacına işaret eder ya da taşınma güçlüğüne işaret eder.
 
Bu anlamıyla her intihar, sadece bireyin neden intihar ettiği üzerinden bireyle sınırlandırılacak bir neden içermez. Bu durum, o toplumsal hikâyenin bütününün analiz edilmesini gerektirir. Hele hele intiharlar uzun vadeli bir biçimde süreğen bir halde artarak sürüyorsa ve artarak sürerken belli kesimler ağırlıklı olarak intiharın parçası haline geliyorsa, orada zaten toplumsal bir analiz zorunlu hale gelir. Kişilerin eğitim düzeyi, maddi durumları, cinsiyet bağlamları, yaş kategorileri kuşkusuz intihar hanelerini etkileyebiliyor.
 
Örneğin, eğitim durumu yüksek, maddi durumu yüksek, yaş itibarıyla orta yaşı aşmış bireylerde intihar vakalarının daha sınırlı olduğunu görüyoruz. Ama yaş grubu düştükçe, cinsiyet bağlamının zorlandığı, sınıfsal sosyal yapılar yoğunlaştıkça, eğitim düzeyi düştükçe ya da aslında toplumun oluşturduğu değerler silsilesi, hem sosyal-kültürel değerler silsilesi hem de ekonomik değerler silsilesi içinde bireyler zorlandıkça ve orada yer bulamadıkça, intiharların da o kesime doğru arttığını görüyoruz. 
 
"Kürdistan illeri açısından genel olarak Türkiye ortalamasının bir nebze altında intihar oranı görünürken, Siirt, Şırnak, Hakkâri gibi Botan bölgesinde, Türkiye ortalamasının neredeyse iki katından fazla intihar vakasıyla karşılaşmış olmamız, tartışılması gereken bir noktadır."
 
*Türkiye'de intihar vakalarının çocuk, ergen ve genç yaş gruplarında yoğunlaşmasının sebepleri nelerdir? Sêrt, Şirnex ve Colemêrg’deki yüksek intihar oranlarının toplumsal veya bölgesel dinamiklerle bağlantısı nedir?
 
Türkiye'de aslında hangi kategorinin, hangi cinsiyet grubunun, hangi yaş grubunun, hangi eğitim seviyesinin daha çok intihar eğilimi içerisinde olduğuna dair olası istatistik ve ortalama verilerin kendisi, kuşkusuz her birinin ayrı ayrı analizini gerektirir. Ama bizdeki verilerden anlaşılabildiği kadarıyla intihar çoğunlukları çocuk, ergen ve genç yaşta ağırlıklı olarak kümelenmiş görünüyor. Erkeklerde giderek artan biçimde kümelenmeye başlamış görünüyor. Kadın intiharlarında da çok ciddi bir artış olmakla birlikte, hâlâ en fazla intiharın erkeklerde olduğunu gösteren total verilere sahibiz.
 
Yine belli coğrafik alanlar içerisinde intihar vakalarının derinleşerek diğer çevresel ya da bölgesel hatlara göre daha fazla intihara meyilli olduğunu görüyoruz. Veya intihar eğiliminin yükseldiğini görüyoruz. Örneğin, Kürdistan illeri açısından genel olarak Türkiye ortalamasının bir nebze altında intihar oranı görünürken, Siirt, Şırnak, Hakkâri gibi, aslında Botan dediğimiz bölgesel özelliklerin yoğun olduğu bu üç hattın, tüm Türkiye ortalamasının neredeyse iki katından fazla intihar vakasıyla karşılaşmış olması bizim açımızdan tartışılması gereken bir nokta.
 
Yine İstanbul, Antalya ve Ege'de bazı kentlerde açığa çıkmış olan intihar vakalarının kendi özgün koşulları içerisinde değerlendirilmesini gerekli kılan süreçler söz konusu. Örneğin, çocuk intiharlarında Diyarbakır'ın birinci kent olma vasfının nedenini bir şekilde tartışmak, bulmak zorundayız. Ya da işte Siirt ve biraz daha Bitlis-Siirt gibi daha iç hatlarda kadın intiharlarının nispeten fazla, yüzdelik olarak da fazla bir skalaya sahip olması; Urfa gibi hatlarda nispeten yüksek olmasının kendisini sorgulamak durumundayız.
 
Her intihar, içinden çıktığı toplumsal dar doku kadar, onu çerçeveleyen bölge ve ülke ve dünya konjonktürü ile de bağlantılı olarak değerlendirilmek ve bunlara dair analizler üreterek çözümü biraz kolektif yerde sorgulama ihtiyacına bizi götürür. 
 
"Bölgedeki intiharların, rejim ve sistemin ortaya çıkardığı çoklu kriz alanının bir sonucu olduğunu söylemek mümkünken, bölgedeki intiharları tetikleyen başka etkenlerin de altını çizmek gerekiyor."
 
*Kentsel ve kırsal bölgeler arasında intihar oranlarında belirgin farklar var mı? Bu farklılıklar toplum yapısındaki hangi dinamiklerle ilişkilendirilebilir? 
 
İntiharların özellikle bölge nezdinde örneklersek, kentlerde intihar vakalarının kıra göre çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Kentleşme ile birlikte bölgenin son 10-15 yıl içerisinde kırdan ciddi anlamda kopması, köy kültürü ve köyün ortaya çıkardığı dayanışma ve direnç alanlarından uzaklaşması, kentleşme durumunun intihar vakalarına biraz daha eğilimli olduğunu ya da intiharı tetikleyici koşulların buralarda çok daha fazla hazır olduğunu söylemek durumundayız. 
 
Bununla birlikte, kırlarda yaşanan intiharlarda ve kentlerin bazı kesimlerinde gerçekleşen intiharların, inançtan ya da çevresel faktörlerden kaynaklı olarak intihar şeklinde sunulmamış olması olasılığının da çok yüksek olduğunu belirtmek isterim. Bölge kentlerinde, kent merkezlerinde intihar vakalarının yoğunluğunun çok fazla olmasının birçok nedeni var.
 
Türkiye genelinde, intiharların artışıyla Türkiye'nin siyasetin içinde bulunduğu durumun, toplumsal değer yargılarını ve toplumun tüm bileşenlerini yeniden dizayn ettiğini, dolayısıyla bir geçiş süreci içerisinde yaşamın sürdürüldüğünü görmekteyiz. Bu bağlamda, intihar vakalarının artışıyla sistemin bağını kurmak çok mümkün. Mevcut yeni rejimin, bir türlü tamamlanamayan uzun süreli geçiş hali içinde, hem toplumu hem siyaseti hem de ekonomik yapıları etkileyerek, ortaya çıkardığı krizli alanların ve krizin sürekliliğinin, intihar vakaları üzerindeki etkilerinin çok yüksek olduğunu mutlaka söylemek gerekiyor.
 
Aynı etkilerin Kürt illerinde de kendisini gösterdiği ve bu durumun bir intihar nedeni olarak karşımıza çıktığı da elbette ifade edilmelidir.
 
‘İntiharlar çoklu kriz alanının bir sonucu’
 
Otoriterleşen iktidar ve rejimin, siyaset etme biçiminin toplumsal muhafazakârlaşmayı da zorlayan, tetikleyen ve toplumsal değer yargılarını da parçalayarak yerine yenisini ikame etme sürecinin uzamasıyla ortaya çıkan krizli alanın; intiharlar biçiminde, anlamsızlık veya endişe katsayısının yükselmesi şeklinde karşımıza çıktığını görüyoruz. Bunların da intihar vakalarına veya değişik davranış biçimlerine, yani toplumu çürüten, toplumu dağıtan davranış ve alışkanlık biçimlerine yönlendirdiğini, çeşitli araştırmalardan biliyoruz.
 
Bölgedeki intiharların bu tip bir rejim ve sistem krizinin sonucu olarak, rejim ve sistemin ortaya çıkardığı çoklu kriz alanının bir sonucu olduğunu söylemek mümkünken, bölgedeki intiharları tetikleyen başka etkenlerin de altını çizmek gerekiyor.
Buradan şunu kastediyorum; elbette ki ekonomik kriz, Türkiye'de birçok insanın yaşama dair umutlarını ve yarına dair endişelerini büyütüyor. Bu büyüme ve ekonomik krizle işsizlikle baş edememe duygusunun ortaya çıkardığı güçsüzleşme, irade kırılması ya da özsaygıda zedelenmenin ortaya çıkması meselesini bölge kentlerinde de çok fazla görüyoruz. Bölge kentleri, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bir eşitsizlik hikâyesinin parçası oldu. Ekonomik eşitsizlik, sosyal eşitsizlik, kültürel eşitsizlik, eğitsel eşitsizlik gibi farklı eşitsizliklerin bir parçası oldu. Dolayısıyla, aslında bölge, Türkiye'nin batısından farklı olarak krizi ya da olanaksızlık içerisinde var olabilme biçimlerini çoktan öğrenmişti.
 
Özellikle kendisinin ortaya koyduğu geleneksel direnç ağlarının yoğunluğu, sosyal kültürel dayanışma ağlarının, geleneksel dayanışma ağlarının çokluğu, sivil toplum ve siyasal politikleşmeyle beraber, son 40 yıl içerisinde politik ve sivil toplum sahasındaki örgütlü sahanın ortaya çıkardığı dayanışma ağlarının fazlalığı, bir şekilde krizlerle baş edebilen, bu krizleri bertaraf etme ya da dayanabilmeyi ortaya çıkaran birer direnç sahası olarak açığa çıkmışlardı. Baktığımızda, son 10 yıl içerisinde bir yandan kırdan-köyden kopuş ve kırdan-köyden beslenme olanaklarının zayıflamış olması; bir yandan kentleşmenin ortaya çıkardığı tekilleşme ve yalnızlaşma biçimi, diğer yandan bu kopuşun ortaya çıkardığı geleneksel dayanışmadan uzaklaşma ya da bunlardan faydalanamama, dolayısıyla desteklenememe ve dirençli hale gelememe meselesi...
 
Öte yandan, özellikle 2016 sonrasında sivil toplum örgütlerinin önemli bir kısmının kapatılması, dayanışma ve güçlendirici ağlar oluşturan sivil ağların ya kapatılmış ya da zayıflatılmış olması, yine yerelde politik desteklenme ağlarının ciddi anlamda zayıflatılmış olması, bölge insanının krizlerle baş edebilmeye dair geçmiş deneyiminin de ona dayanmasını imkânsızlaştırmasına vesile oldu.
 
"Kadın intiharlarının belli zaman dilimleri içerisinde yükseldiğini, toplumsal dokunun parçalanması ve kadının desteksiz kaldığı dönemlerde intiharın bir mesaj verme aracı olarak kullanılabildiğini görüyoruz."
 
*Kürdistan’daki kadın intihar oranlarının bazı yıllarda erkeklerden daha yüksek olması özellikle hangi nedenlere dayanıyor olabilir? Bunun temelinde sosyal baskı, aile içi şiddet veya diğer toplumsal faktörler yatıyor olabilir mi?
 
Kadın intiharlarının belli zaman dilimleri içerisinde yükseldiğini biz de görüyoruz. Kentlerde değişiklik arz etse de 2007-2011 arası kimi yerlerde 2010-2015 arasındaki kadın intiharlarının genele göre biraz daha yükseldiğini, erkekten farklı olarak yükselişler gösterdiğini görüyoruz. 2020-2023 tarihleri arasında kapsayan süreçte kadın intiharlarında da artışın göz ardı edilemeyecek biçimde arttığını görüyoruz. 
 
Bu süreçlerin neden artmış olabileceğini kuşkusuz ayrıca araştırmak gerekiyor ama birkaç nedeni var gibi görünüyor. Bir tanesi toplumsal dokunun parçalanmış olması ve yeni bir toplumsal dokuya geçişle ilgili krizlerin aşılamaması meselesi. Kadının toplumsal cinsiyetçilik kulvarına başkaldırdığı dönemlerde ya da bunu aşmaya çalıştığı dönemlerde, desteksizleştiğinde intihar edebildiği ya da topluma bununla ilgili ısrarı ne kadar ciddi olduğunu anlatabilmek için mesaj verebilmek amacıyla intihar edebildiğini düşündüren bir 2000’ler sürecindeki kimi intihar ve kent vakalarını düşünmek mümkün.
 
Öte yandan kadının özellikle bulunduğu toplumun kimliksel, sosyolojik ve kültürel bağlamındaki farklılığın egemen yapı tarafından ya da egemen siyaset tarafından gözetilemiyor olması, egemen sosyal doku tarafından gözetiliyor olması ya da suistimal edilmesine bağlı olarak açığa çıkan intiharlara rastlıyoruz.
 
Yine kadının aslında dünyayla kurduğu bağın artık yeni teknolojik ve bilgisayar gelişmeleri sayesinde çok yoğun olduğunu ve dünyayla kurduğu bu bağ içinde bambaşka dünyaların yaşam ihtiyaçlarının ve yaşam bakışlarının topluma artık aksetmeye başladığını, tam da bu yeniyle karşılaşıp eskiyle arasındaki çatışma aşamasında birbirini aşamamanın ortaya çıkardığı süreçlerin kadın intiharlarında etkili olduğunu mutlaka düşünmek mümkün. Ama bölge özgürlüğünde kadın intiharlarında geleneksel cinsiyetçi dokunun baskıları, o baskıdan çıkma sancılarının ortaya çıkardığı güçsüzleşme ya da bu toplumsal cinsiyetçilik bağlamına dönük radikal bir mesaj verme isteğini ortaya çıkardığı aslında sistemi suçlayıcı, o toplumsal dokuyu suçlayıcı radikal bir reddediş eylemi olarak karşımıza çıkabildiğini gördük.
 
"Kadın cinayetlerinin bölgede artış nedenlerinin, intihar nedenleriyle de çok ilişkili ya da yakın ilişkiler içerdiğini düşündüren bazı bulgulara sahibiz."
 
*Colemêrg, Şirnex ve Sêrt gibi kentlerde kadın intihar oranlarının artışını, bölgenin politik ve sosyo-kültürel kimliği ile egemen yapıların etkisi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Kimi yerlerde de özellikle siyasal, politik ve toplumsal kültürel değer yargılarının bir şekilde suistimale açık intihar vakalarına rastladık. Özellikle kadın cinayetlerinin bölgede artış nedenlerinin, intihar nedenleriyle de çok ilişkili ya da yakın ilişkiler içerdiğini düşündüren bazı bulgulara sahibiz. Örneğin; Hakkâri'de kadın intiharlarının ya da aslında genel intiharların bu kadar artmış olmasında, Hakkâri'nin politik ve sosyo-kültürel kimliğinin, bu kimliğe dönük politika uygulayıcıların etkisi olmadığını kimse iddia edemez.
 
Ya da Şırnak ve Siirt açısından da aynı şeyi söylemek mümkün. Tam bu noktada, aslında egemen, toplumsal, kültürel ve siyasal dokunun kendini dayatma ve buna isyan etme gücü arasında sıkışan kadınların intihar eğilimlerini hem bir güçsüzlük örneği hem de var olanı bir protesto eğilimi olarak deneyimlediğini gösteren, ne yazık ki çok sayıda örnek var. Bunun yanında, bazı intihar vakalarının, ilgili bölgenin geleneksel ahlak değerleri içerisinde kadınların o intiharlara zorlandıkları ya da intihar süsü verilmiş, aslında cinayet sayılabilecek ölüm biçimleri, şüpheli ölüm biçimleri olduğunu düşündüren birçok bulguyu da farklı çalışmaları düşünmek, gözetmek zorundayız.
 
"Çocuk ve ergen intiharlarının bu kadar artmış olması, Türkiye genelinden farklı bir anomali içeriyor. Bu durum, bölge illerinin özgün ve özel bir araştırmayı, tartışmayı gündemimize getirmesi gerektiğini ortaya koyuyor."
 
*Rapora göre, son 24 yılda Türkiye genelinde intihar oranlarının 2,25 kat arttığı belirtiliyor. Peki, bu artışın temel nedenleri nelerdir?
 
Son 24 yıl içerisinde Türkiye genelinde intiharların en çok yaşandığı yaş grubu 20-24 olarak görünüyor. Ama bölge illerine, Kürt illerine baktığımızda, en çok intiharın görüldüğü yaş skalasının 15-19 yaş aralığını kapsadığını görüyoruz. Yani ergen çocuk yaşını kapsadığını görüyoruz. Dolayısıyla, bölgedeki bu yaş skalasının Türkiye genelinden farklı olarak neden daha fazla intihar meyli içinde olduğunu anlamak için özgün araştırmalara ihtiyacımız var.
 
İkincisi, Diyarbakır, Van ve Bitlis gibi kentler özgünlüğünde ve diğer kentlerde, özellikle Van'da, belli açılardan gördüğümüz bir şey: 15 yaş altı intiharlarda da çok ciddi bir artış var. Yani çocuk intiharları dediğimiz intiharlar. Çocuk ve ergen intiharlarının bu kadar artmış olması, Türkiye genelinden farklı bir anomali içeriyor. Bu durum, bölge illerinin özgün ve özel bir araştırmayı, tartışmayı gündemimize getirmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
 
Bunun içerisinde çocukların gelecek perspektiflerinin çok zayıflamış olmasının çok etkisi var, kuşkusuz. Çocuk ve ergenlerin kendilerini güvende hissetmesi ve geleceklerini güvende hissetmesi duygularında ciddi zedelenmelerin olduğu ya da bu duygunun çocukluktan itibaren güçlü bir biçimde verilmemesi, ortaya çıkardığı kırılganlıklar var. Yine bu yaş gruplarının aslında bakarsanız kendi kişiliğini oluşturma yaş gruplarından bahsediyoruz. Kendi benliğini kurma, öz saygısını oluşturma yaş gruplarından bahsediyoruz. Bu çocukların büyük bir kısmının kendini kurabilme ve kendini kurarken sağlıklı yol alabilecek dayanışma destek alanlarından, güçlendirme alanlarından yoksun olduğunu da görüyoruz.
 
Bakın Diyarbakır’daki intiharlara baktığınızda, söylediğiniz iki cümleden biri, “Diyarbakır’ın çocukları ölüyor, ergenleri ölüm seçiyor.” Neden? Diyarbakır’ın kendi sosyo-politik kimliğinden bağımsız tutamıyoruz bunu. Yine Van için aynı şeyi söylemek mümkün. İntiharların Diyarbakır özgürlüğünde, Van özgürlüğünde ya da diğer kent özgürlüğünde bu yaş grubuna inmiş olması, çocuk ve ergen yaş grubunu ağırlıklı olarak etkiliyor olması ya da o çocukların bir tercih alanı hâline dönmüş olmasının kendisi, ciddi anlamda sorgulanmayı hak ediyor.
 
Çocukların internette zaman geçirmesi de intiharı tetikliyor
 
Toplumda şöyle bir kanaat var: İnsanlar, benim çocuğum çok erken ergenlik krizine artık giriyor. Çağımızın çocukları artık çok erken ergenlik krizine giriyorlar ve ergenlikler çok uzun sürüyor diyorlar. 6, 7, 8 yaşındaki çocuğun bazı anomalisi ya da kriz tavırlarını erken ergenliğe girdi diye tarif ediyorlar ve bunu olağan, işin normali olarak görüyorlar.
 
Çocuğun dijital, bilgisayar dünyasıyla kurduğu ilişki; birçok dünya bilgisinin, yaşının ve geldiği ya da içine doğduğu toplumsal, kültürel, sosyal ve siyasal dokunun üstünde olunca, bilişsel dünyadan aldığı bilgiyle bu ikisi arasındaki dengeyi kurmakta zorlanabilir. Küçük çocukların çok fazla dünya bilgisini, bilişsel dünya ve sanal dünya sayesinde yükleniyor olması; toplumsallaşma hanesinin ya da küreleşme toplumsallaşma hanesinin bütün çarpık etkilenme sahasına, oyun sahalarına açık hâle gelmesiyle ilişkili olabilir.
 
 Bizim gençlerle ilgili yaptığımız son çalışmalarda, gençlerin yüzde 70'inden fazlasının günlük olarak eğer işte çalışmıyor ve okula gitmiyorsa, boş zamanını evindeki odasında masa ya da koltukta internet üzerinde geçirdiğini söylediğini görüyoruz. Bu kadar yalnızlaşmış, soyutlanmış bir gençlik ya da çocuk gelişim seyrinin, kendisinin dünyayı hızla öğrendiği bilgiler üzerinden krizsel olarak, krizler içinde yaşayan gençliğin ortaya çıkardığı bu yeni anomaliyi doğru anlamak, doğru yorumlamak ve bir tür ergenliğin uzaması biçimiyle tarifleyip kestirip atmamakta fayda var. Çünkü öğrendikleri ve gördükleri koca dünya ve koca bilgiler içerisinde, içinde doğdukları küçük dünyalara sıkışan çocuk bununla baş etmekte güçlük çekebiliyor. Benliği oluşmadan, o kadar çok deneyime hapsedilen ya da o kadar çok deneyime ulaşan çocuk, oluşmamış kendisiyle tüm bunları taşıyamayabiliyor.
 
Dolayısıyla, ailelerin ve toplumun; çocuğun ilişkili olduğu dünya hakikatinde bilgiye erişiminin kolaylaştığı, yaşam deneyimlerinin artık temassal olmayan sanal dünya içerisinde aktarılabildiği ve çocuğun bunları çok hızlı alabildiği bir çağda, başka bir ufkun çocukları olarak ortaya çıktıkları hakikatini de düşünmesi gerekiyor. Bu nedenle, çocukların öz benliklerini kurma sürecine yönelik yeni araç ve metotlar bulmakta fayda var. 
 
"Bir şeyi iyileştirmenin, tamir etmenin ya da aşmanın, bir problemden kurtulmanın en önemli ayağı, nedenini bilmektir. Nedenini bilmiyorsanız ve nedeninin bilinmemesi size normal geliyorsa, bu konuda özel bir yönelim ve yüklenim içinde değilsiniz demektir." 
 
*Resmi olarak paylaşılan bu verilere rağmen, intihar vakalarının önlenmesi için neden hâlâ etkili bir çözüm geliştirilemiyor?
 
Bu intiharlardaki düzenli ve süreğen artış sadece Diyarbakır'ın, Van'ın, Siirt'in, Şırnak'ın, Hakkâri'nin bir problemi değil; kuşkusuz Türkiye genelinde çok ciddi bir artış var. Bunun nedenlerini siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel ve etik krizlerle ilişkili olarak tariflemek mümkün olduğu kadar, bu krizlerin süreğen hâle gelmiş olmasının ortaya çıkardığı bireysel ve giderek kolektif duygu kırılmalarıyla ilişkisini kurmak da mümkün.
 
Onun yanında, merkez siyasetin kimlikler—bu sadece etnik kimlikler açısından değil, inanç kimlikleri, yaş kimlikleri, düşünsel kimlikler üzerinde açamadığı alanlar ya da baskıladığı hikâye—üzerinden de kurmak mümkün. Ama bütün bunlarla sonuçta Türkiye'nin baş etmesi gerekiyor. Hem bireyin, hem bireyin dâhil olduğu aile ve toplumun, hem o toplumun içinde olduğu bölgenin, hem de o bölgenin içinde olduğu ülkenin bir bütünlük içinde baş etme politikalarını kurması gerekiyor.
 
İntihar verilerini incelediğinizde şunu görüyorsunuz: Resmi rakamlarda, resmi verilerde intihar vakalarının üçte ikisinin nedeni bilinmiyor. Bir şeyi iyileştirmenin, tamir etmenin ya da aşmanın, bir problemden kurtulmanın en önemli ayağı, nedenini bilmektir. Nedenini bilmiyorsanız ve nedeninin bilinmemesi size normal geliyorsa, bu konuda özel bir yönelim ve yüklenim içinde değilseniz, siz o meseleyi aşmayı düşünmüyorsunuz. Ya da o meseleyi aşmakla ilgili politik, kültürel, siyasal ve sosyal politikalarınız yok demektir, yükleminiz yok demektir. Bununla ilgili özgün bir bakış açınız, paradigmanız yok demektir. 
 
Dolayısıyla, Türkiye'deki intihar vakalarının genelinde çok rahatlıkla söylenen “bilinemeyen” ve diğer ufak gerekçelerden kapatılan, gerekçesizleştirme hâli, intiharları da aslında bir nevi gerekçesizleştirme hâline sokuyor. Bu da, intiharların önümüzdeki günlerde de yazık ki artarak süreceği hikâyesinin devam edeceğini bize söylüyor. Her şeyden önce, nedenlerini ve özgünlüklerini ciddi anlamda tartışmaya açık sosyal ve kültürel alanlara, ayrıca siyasal iradeye ihtiyaç var. Bu siyasal iradenin hem yerelde hem genelde olması gerekiyor. Bütün bunları birlikte düşünmek gerekiyor.
 
"Bir sorunun bilinmeyen bir kökenden geliyor olduğunu söylemek, onunla mücadelesizlik tercihine işaret ettiği kadar, toplumsal başka sorunların ve suç hikâyelerinin üstünü örtme isteğinin yansıması olarak da değerlendirilmesi çok mümkün hâle geliyor."
 
*Raporunuzda “bilinmiyor” ibaresinin çok sık yer aldığını görüyoruz. Bu durum, veri toplama eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa bazı intihar vakaları özellikle mi görünmez kılınıyor? Bu konuda nasıl bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
 
‘Bilinmiyor’ demek, o intihar vakalarıyla baş etme ve mücadele etme konusundaki irade eksikliğini de ortaya çıkaran bir neden olarak karşımıza çıkıyor. Eğer bir nedenin bilinmemesinde ısrarlı bir veri tutma hikâyeniz varsa, kamusal güç olarak, o halde iki şeyi düşünmek zorunda kalır toplum. Bir, ya bilinmiyor diyerek bu meseleyle mücadelesizlik ve bu meselenin sorumluluğunu üstlenmeyi istemiyorsunuzdur, bundan kaçınıyorsunuzdur. Ya da bu intiharların aslında, ya da intihar diye kayda düşen bu ölüm biçimlerinin intihar değil de başka biçimdeki yaşam kaybetme meseleleri olup, onun üstünü kapatıyorsunuzdur diye düşünmesini tekrar sağlamış olabilirsiniz.
 
Örneğin, kimi intihar biçimlerinin cinayet olmadığını bize söyleyebilecek bulgu çok zayıf. O verilerden yola çıkarak bir cinayet sahibi, cinayetin faaliyetini aklama isteğiyle o kaydı intihar diye düşüp düşmediğini anlayamıyoruz. Ya da kimi doğal ölüm diye geçen ama aslında şüpheli olan bazı ölüm biçimlerinin de, keza, ne kadar cinayet, ne kadar kültürel dokunun korunması adına kapatılmış mesele olduğunu anlayamıyoruz.
 
Dolayısıyla, bir sorunun bilinmeyen bir kökenden geliyor olduğunu söylemek, onunla mücadelesizlik tercihine işaret ettiği kadar, onunla beraber toplumsal başka sorunların, başka suç hikâyelerinin üstünü örtme isteğinin yansıması olarak da değerlendirilmesi çok mümkün hâle geliyor. Bunun da altını çizmek gerekiyor. Bütün bu şaibelerden çıkabilmenin yolu, intihar nedenlerini ciddiyetle, incelikle ve üstünde ısrarla durarak incelemek, açığa çıkarmaktır. Belki de aslında o nedenleri yok ederek, intihar vakalarının azalmasına dönük, gençlerimizin, çocuklarımızın, kadınlarımızın, erkeklerimizin yaşamlarını kaybetme biçimlerinden birine müdahale etmiş oluruz. 
 
"Her şeyden önce insan yaşamının sürdürülebilirliğinin herkesin ve her otoritenin sorumluluğu olduğunu güncellemek gerekir."
 
*Sizce intihar vakalarını önlemek adına sosyal, psikolojik ve ekonomik düzeyde hangi politikaların hayata geçirilmesi gerekiyor?
 
Bir kere, sorunu çözmek için nedenlerini bilmek zorundasınız. İntihar vakalarında ‘nedeni bilinmiyor’ söylemini çok kabul etmemek ve bunları azaltmak, belki de çözüm için atılacak en önemli adımlardan biridir.İkincisi, özellikle dezavantajlı bireylerin, farklı egemen olmayan kimliksel dokulara sahip bireylerin, cinslerin, kadın cinsinin, çocukların, yaşlıların, yoksulların, yani egemen sistem ve egemen kültür nezdinde kategorik olarak dezavantajlı hâle gelen tüm yapıların güçlendirilmesini sağlayacak geniş bir sosyal politikalar benimseme zorunluluğu var. 
 
Üçüncüsü, uzun krizsel süreçlerin, hele hele uzun krizsel süreçlerin, toplum çözücü ve toplum dağıtıcı özelliği, ilgili toplumu ve o toplumun içinde bulunduğu ülkeyi orta vadede yok etme riski taşır. O yüzden, toplum çözücü politikalardan, toplum zayıflatıcı politikalardan uzaklaşmak ve toplumsal bireyi gerçek anlamda yurttaş yapma, söz sahibi yapma, gelecek kurma, sorumluluk üstlenme gibi özelliklerle yeniden tanıştırmak, buna alan açmak gerekiyor. Dördüncüsü, geniş sosyal politikaların bir parçası olarak kadınların, gençlerin, çocukların ve farklı kimlik dokularının kendini örgütlemesi, dayanışma destekleme ağları kurabilmesi ve sürdürülebilirliklerini sağlayabilecek güven alanlarının oluşturulmasıyla ilgili ciddi anlamda esneklikler gerekiyor.
 
Bütün bunları, aslında intihar vakalarının kendisiyle ilgili bir çıktı olarak düşünmek, onlarla baş etmenin birer çıktısı olarak görmek mümkün. Ama belki de her şeyden önce, insan yaşamının ve sürdürülebilir hayatın herkesin sorumlu olduğu, her tür otoritenin sorumlu olduğu duygusunu yeniden güncellemek gerekir.