Gülistan Kılıç Koçyiğit: Sözden pratiğe geçmenin vakti gelmiştir 2025-12-21 14:09:57    ANKARA- Bütçe kapanışında konuşan Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Artık sözden, pratiğe geçilmesinin vakti gelmiştir. İnanın ki bu adımlar yalnızca Kürtlere değil, bu ülkede eşit ve özgür yaşamak isteyen herkese nefes aldıracaktır” diyerek Kürt Halk Önderi’nin sözüyle konuşmasını sonlandırdı.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi görüşmelerinde kapanış konuşmasını gerçekleştirdi.    ‘Halkın değil sermayenin sorunlarına çözüm’   İktidarın 24 yıldır bütçe hazırlamasına rağmen halkın sorunlarına çözüm bulamadığını belirten Gülistan Kılıç Koçiyiğit, “ Çeyrek asırdır iktidardasınız ama hâlâ ‘yapacağız, edeceğiz’ diyorsunuz. Madem yapacaktınız, neden yapmadınız? Kim ya da kimler engelledi? Bu anlayışla değil 24 bütçe, 224 bütçe hazırlasanız da nafile! Çünkü sorun bütçe sayısında değil; sorun, sizin yönetim anlayışınızda, zihniyetinizde ve politik tercihlerinizdedir. 2026 Bütçesi’nin tercihi çok nettir: Sermayeden, faiz lobilerinden, silahlanmadan ve yandaşlardan yana bir bütçedir önümüze getirdiğiniz. Halkın vergileriyle yapılan bütçe, halkın sorunlarını değil sermayenin, yandaşın, rantçıların sorunlarını çözüyor” dedi.    ‘Açlık ve yoksulluk derinleşmektedir’   Halkın borç içinde yaşarken, paranın savaş uçaklarının benzinine gittiğini belirten Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Çiftçi borcu 1 trilyon lirayı aşmış ve artık üretim yapamaz hale gelmiştir. Bir dönemler buğday üreten çiftçi bugün halk ekmek kuyruğundadır. Çünkü bütçedeki pay çiftçiye, traktörün mazotuna, gübreye değil; silahlanma yarışındaki uçaklarınıza gidiyor. Nereye gidiyor peki bu vergiler silahlanmaya ve uçaklarınızın yakıtlarına. Halkın borç tablosu çok açık ve net. Bu hikayelerin gölgesinde açlık, yoksulluk ve güvencesizlik derinleşmektedir” diye belirtti.     ‘Kadına yönelik şiddette asla geri adım atmayacağız’   Gülistan Kılıç Koçyiğit devamında şunları söyledi: “DEM Parti siyaseti, kadınların eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesi üzerine kuruludur. Meclis çatısı altında stajyer kız çocuklarına yönelik ortaya çıkan sistematik istismar vakaları, bu ülkenin ve bu Meclis’in yüz karasıdır. Bu sürecin üstünün örtülmesine soruşturmanın adil, şeffaf ve etkin biçimde yürütülmesi için elimizden gelen çabayı sarf edeceğiz. Daha sonra da aynı şeşlerin yaşanmaması için mekanizmaların kurulması yönünde mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Tavrımız nettir: Kadına yönelik şiddette, tacizde ve istismarda asla geri adım atmayacağız. Gülistan Doku’ya ne oldu, Rojin Kabaiş’e ne oldu diye sormaya devam edeceğiz.   Kadın yoksulluğu politiktir   Kadın yoksulluğu kader değil, bilinçli bir politik tercihtir. Önümüzdeki bu bütçe; kadınlar açısından derinleşen yoksulluğun ve sistematik ekonomik şiddetin bütçesidir. 2026 bütçesi; Şırnak’ta kayıp oğlunun akıbetini soran Bese Ana’nın adalet arayışını, Dilovası’nda güvencesiz çalışırken yaşamını yitiren 6 kadın emekçinin can güvenliğini, üniversiteli Neslihan’ın barınma sorununu, mevsimlik işçi Fatma’nın sömürüsünü, cinsiyet kimliği ve yönelimi nedeniyle güvencesizliğe, yoksulluğa ve şiddete itilenlerin yaşam hakkını yok saymaktadır. Kadınların yaşam hakkı, ekonomik özgürlüğü ve bakım hizmetleri için ayrılan pay; savaş politikalarına ve sermayeye aktarılan kaynakların altında ezilmektedir.   ‘Ülkenin geleceği kadınların özgürleştiği bir toplumsal sözleşmeden geçer’   Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinde ‘kadının güçlendirilmesi’ için bir kadına günde sadece 51 kuruş düşmektedir. Bu bir utanç tablosudur. Ama eğer utanan varsa. Ülkenin geleceği; kadınların öldürüldüğü, emeklerinin yok sayıldığı bu düzenden değil, kadınların özgürleştiği yeni bir toplumsal sözleşmeden geçmektedir. Yeni toplumsal sözleşmenin temel ayaklarından birisi olan toplumsal cinsiyete duyarlı, kadın özgürlükçü bir bütçedir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin yarattığı hukuki boşluk sürerken, sığınaklara ayrılan bütçe, yok denecek düzeye gelmiştir. Bu tablo, kadın cinayetlerine açık bir davetiyedir.   2026 yılı da kadınların mücadele yılı olacak   2025 yılını ‘Aile Yılı’ ilan edenlere söylüyoruz: Sorun, kadını eşit yurttaş değil, bir erkeğin annesi, eşi, kızı olarak gören zihniyettir. Aile yılı ilanınızdan bu yana kaç kadının katledildiğini biliyor musunuz? Kadınları aile içine hapseden, her satırı cinsiyetçilikle örülmüş bu bütçeyi kabul etmiyoruz. İlla bir şey ilan edilecekse ‘Aile Yılı’ değil, ‘Şiddetle mücadele ve eşitlik yılı’ ilan edelim. Kadınlar her gün, her ay, her yıl mücadeleyi büyütüyor! 2025 gibi 2026 yılı da kadınların mücadele yılı olacak, mücadeleyi büyüten kadınları buradan TBMM’den selam olsun. Unutmayalım ki bütçe metinleri aynı zamanda eşitlik mücadelesinin de zeminidir. Biz, kadınların yaşamını güvence altına almayan, eşitsizliği derinleştiren bu bütçe teklifini reddediyor; kaynakların halkın ve kadınların ihtiyaçlarına yönlendirildiği, demokratik, adil ve özgürlükçü bir bütçe için mücadele kararlılığımızı bir kez daha ilan ediyoruz. Jin, Jiyan Azadî!   Bütçede Alevi’ler de yok   Bütçedeki eşitsizliğin ve adaletsizliğin temelinde; temel yurttaş haklarına, farklı inançlara, kültürlere ve kimliklere yönelik ayrımcı yaklaşım yatmaktadır. Vergi toplanırken kimse ayrıştırılmıyor; ancak konu eşit yurttaşlık ve temel haklar olunca iktidar dışlayıcı ve yok sayan bir tutum sergiliyor. Aleviler, tıpkı Kürtler gibi, yıllardır tekçi sistemin mağduru olmuş; eşit yurttaşlar olarak kabul edilmemişlerdir. Alevi çocuklarına zorunlu din dersleri ile Sünni-İslam eğitimi dayatılmakta; AİHM kararları yıllardır uygulanmamaktadır. Alevi köylerine camiler yapılmakta, cemevleri ise hâlâ ibadethane olarak tanınmamaktadır. İktidar, Aleviliği bir inanç olarak değil, ‘kültür’ başlığı altında tanımlamakta; kendi çizdiği sınırlar içine hapsetmek istemektedir.  Bu ayrımcılık, kamusal hizmetlerde de sürmektedir. Alevi köylerine kaynak ayrılmamakta, en temel altyapı hizmetleri bile karşılanmamaktıdır. Cemevlerinin ibadethane olarak tanınması ve eşit yurttaşlık hakkının anayasal güvence altına alınması biz Alevilerin en temel talebidir. 2026 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi yüzde 34 arttırılmıştır. Bu bütçe, 41 genel bütçeli idarenin 23’ünden fazladır. Peki bu bütçede Alevilere yönelik tek bir hizmet var mıdır? Tek bir kalem var mıdır? Yoktur!    AYM ve AİHM kararları   AYM ve AİHM kararlarının tanınmadığı; yargının evrensel hukuk kuralları yerine siyasi saiklerle hareket ettiği bir dönemden geçiyoruz. Kobanî ve Gezi gibi siyasi davalarda bile yargı, delile değil siyasi iradeye bakmıştır. Gerçek suçlara, yolsuzluklara, iş cinayetlerine, deprem yıkımına yol açan ihmallere, kadın katliamlarına ve çocuk istismarına cezasızlık uygulanırken; ekonomiyi eleştirenler, MESEM’lerdeki çocuk ölümlerini gündeme getirenler, kadın cinayetlerine karşı çıkanlar cezalandırılmaktadır. Bu yargı, suça değil muhalefete odaklanmıştır. Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’tan, Bekir Kaya’dan Can Atalay’a, Osman Kavala’dan Selçuk Mızraklı’ya, Çiğdem Mater’den Leyla Güven’e kadar yol arkadaşımız hâlâ tutsaktır. Ağır hasta mahpuslar ölüme terk edilmekte; hukuk, pişmanlık dayatmalarıyla itaat rejimine dönüştürülmektedir. Artık bu adaletsiz rejim ile bir adım dahi yol yürünemez!   Barış süreci bu bütçenin neresindedir   Biz bugün, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, toplumsal barışı, demokratik toplumu hedefleyen, kurucu bir siyaset ve bu siyasetin aynası olması gereken bir bütçeyi konuşuyoruz. İşte tam da bu nedenle 2026 bütçesi tarihsel bir fırsattır. Çünkü barış bütçesi, siyasal ve ahlaki bir tercihtir. Kaynaklar, güvenlikçi politikalara mı, demokratik standartları yükseltmeye mi ayrılıyor? En nihayetinde yürütülmekte olan barış süreci bu bütçenin neresindedir? Maalesef görüyoruz ki, çözüm süreciyle ilgili yürüyen politikalar bütçede karşılık bulmamaktadır. Barış bütçesi, kaynakların çatışmacı politikalara değil; eğitime, sağlığa, adalete, alınan ücretlere, maaşlara ayrılması demektir.    Barış, barış aktörlerinin kabulüyle ilerler   Yıllardır ‘Kürt sorunu’ başlığı altında tartıştığımız meseleyi; barışla kurulacak yeni, demokratik bir geleceğin anahtarı olarak ele almak istiyorum. Gelinen aşamada acıları anlatmakla yetinemeyiz. Asıl sorumluluğumuz, benzer acıların bir daha yaşanmayacağı bir geleceği, bir yaşamı ve bunun hukukunu inşa etmektir. Yıllardır barışa, adalete, demokrasiye susamış halklarımıza, yeni bir söz, yeni bir irade; yani yeni bir kurucu ve demokratik siyaset borcumuz vardır. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, yıllardır dile getirilen ama ertelenen bir gerçeğin kabulüdür. Yıllardır dile getirdiğimiz gibi; bu meselenin çözüm adresi Meclis’tir. Komisyondan oluşan bir heyetin İmralı’da Sayın Öcalan’ı ziyaret ederek görüşmesi tarihi bir adımdır. Burada emeği geçen bütün parti ve siyasetçileri bu anlamlı, olumlu, barışa katkı sunan cesur adımlarından dolayı bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Çünkü barış süreçleri, barışın aktörlerini yok sayarak değil; hakikatin kabulüyle ilerler.   Bu eşik aşılmadan, bu ülke gerçek anlamda özgürleşemez   Birlikte yaşamak istiyorsak, birlikte çözmek zorundayız. Bugün artık şu soruyu erteleyemeyiz: Sonlandırmaya çalıştığımız çatışmalı sürecin yerini nasıl bir dönem alacak? Kürt sorununun siyasal çözümü, Türkiye’nin demokratikleşme eşiğidir. Bu eşik aşılmadan, bu ülke gerçek anlamda özgürleşemez, demokratikleşemez ve zenginleşemez. Demokratikleşme için; hak temelli yeni bir toplumsal sözleşmenin oluşturulması, demokratik, siyaset zemininin güçlendirilmesi, tüm kimliklerin, inançların, kültürlerin eşit yurttaşlık temelinde güvence altına alınması, demokrasiyi geriye çeken, özgürlüklerin önünü tıkayan anti demokratik yasal mevzuatın baştan sona demokrasi ve özgürlük eksenli olarak yeniden düzenlenmesi, anadilinde eğitim, öğrenim ve kültürel özgürlüklerin güvence altına alınması, güçlü yerel demokrasi-demokratik yerel yönetimlerin önünün açılması, kayyım rejiminin sonlandırılması, cinsiyet eşitlikçi ve cinsiyet özgürlükçü bir toplumsal yaşamın güvenceye bağlanması, bağımsız, tarafsız yargı ve gerçek adalet sisteminin kurulması, düşünce, ifade, örgütlenme ve basın özgür özgürlüğünün güvence altına alınması, ekonomik refahın, adil paylaşımın, insanca yaşamın, sosyal adaletin ve sosyal devletin öncelikli politika haline getirilmesi gerekmektedir.   Eşitlik hukuku için adım atma zamanı   En nihayetinde, kalıcı barışın, güçlü demokrasinin, ortak ve eşit yaşamın hukuki güvenceye bağlanması bir zaruriyet olarak önümüzde durmaktadır. Kürtler, Aleviler başta olmak üzere kimlik ve inançlar hukuksal çerçevenin dışında tutulmaya devam etmektedir. Şimdi ikinci aşama için yeni bir eşikteyiz. Komisyon önümüzdeki günlerde raporunu tamamlayacaktır. 1 Ekim’le 2024’le başlayıp, 27 Şubat 2025’te Sayın Öcalan’ın çağrısıyla tarihi bir aşamaya taşınan, 24 Kasım’da, komisyonun İmralı ziyaretiyle önemli bir ivme kazanan bu sürecin şimdi hukuki gerekliliklerini oluşturmak parlamentonun, tüm siyaset kurumunun, iktidarın ve devletin ortak sorumluluğundadır. Devlet aklı, siyaset ve hukuk aklıyla buluşmalıdır. Siyaset kurumunun dilindeki kardeşlik hukukunu, şimdi eşitlik hukukuyla taçlandırma ve bunun için gerekli adımları atma zamanıdır.   Sözden pratiğe geçmenin vakti gelmiştir   Her alanda değişimin, dönüşümün önünün açılması gerekir. Bu süreç aynı zamanda ‘bir devlet politikası’ olarak tarif edildi. O zaman, geleneksel yaklaşımların, ezberlerin artık terk edilmesi, topyekün bir demokratikleşme hamlesinin başlatılması gerekir. Dilde barış varsa, elde de barış olmalıdır! Barış hukukun içine oturmalıdır. Barış ve çözüm aklının devlette de siyasette de bir dönüşüm süreci olarak kendisine yaşam alanı bulması gerekir. Artık sözden, pratiğe geçilmesinin vakti gelmiştir. İnanın ki bu adımlar yalnızca Kürtlere değil; kadınlara, gençlere, emekçilere, Alevilere, göçmenlere bu ülkede eşit ve özgür yaşamak isteyen herkese, 86 milyona nefes aldıracaktır.   Kürt Halk Önderi’nin çağrısıyla bitirdi   Barışı kalıcı hale getiren demokratik bir Türkiye, sadece iç politikada değil, dış politikada da güçlü bir mirasın temellerini atacaktır. Ortadoğu’yla kurulacak barış köprüsü, Kuzey ve Doğu Suriye’yle, Rojava’yla kurulacak barış köprüsü, halklar arası köprüyü ve ortak yaşamı daha da güçlendirecektir. Son olarak, Sayın Öcalan’ın 27 Şubat tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda ifade ettiği gibi: ‘Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi (Kürt-Türk ilişkileri), kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.’ Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir.”