Kastik katilin mekânları (2)

  • 09:01 2 Aralık 2025
  • Dosya
 
İşte göçün kadındaki etkisi… Artık avukat değilsin
 
Melek Avcı 
 
ANKARA - Göç, kadınlar için çoğu zaman bir yer değişikliğinden çok daha fazlası; geçmişten taşınan yüklerin yeni bir ülkede yeniden büyümesi ve farklı şiddet biçimlerinin hayatı kuşatması demek. Kanada’ya göç eden avukat Neval B.S., yılların emeğini bir anda kaybettiğini belirterek, “Hayat boyu adanmış bir çalışmanın emeğini tamamen kaybettim. İşte göçün kadındaki etkisi… Artık avukat değilsin; kahvaltı hazırlayacaksın, evi sileceksin, süpüreceksin” diyor.
 
Göç, kadınlar için çoğu zaman yalnızca bir yer değişikliği değil; geçmişten taşınan yüklerin yeni coğrafyalarda yeniden büyüdüğü, görünmeyen ama derinleşen şiddet biçimlerinin hayatı kuşattığı bir süreç. Kadının emeğini, mesleğini ve kimliğini sessizce aşındıran; içten içe yakıp eriten bu şiddet, adeta bir ‘kastik katil’ gibi kadın hayatının bütün damarlarına sızıyor.
 
Neval B.S.’nin hikâyesi de bu büyük kopuşun ortasında şekillenen bir kadın yaşamını gözler önüne seriyor. Türkiye’de avukat olarak sürdürdüğü mesleğini, yılların emeğini ve biriktirdiği tüm deneyimlerini geride bırakmak zorunda bırakılan Neval B.S., göçle birlikte sadece ülkesini değil, kimliğinin önemli bir parçasını da kaybettiğini anlatıyor.
 
Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyasında doğan kadınların en çok tanıdığı yollardan biri olan göç yolları ise bugün mayınlarla değil belki; ama görünmez ve sürekli işleyen bir şiddetle yani bir başka kastik katil ile döşenmiş bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş durumda.
 
Dosyamızın bu bölümünde Kanada’ya uzanan bu zorlu yolculukta temizlik işçiliğinden garsonluğa, inşaattan uber işlerine kadar birçok işte çalışarak kendi yaşamını yeniden kurmaya çalışan Neval B.S.’nin yaşadıklarına yer veriyoruz. 
 
“Başka bir ülkeye göç etmek, iki farklı ve gerçekten büyük çabalarla girilen fakültedeki meslekleri bırakmak bizim için hırpalayıcı oldu. Buraya geldikten sonra da ilk şiddetimi yine meslektaşım olan avukatımızdan görmüştüm.”
 
*Kuşaklar boyunca süren bu zorunlu yer değiştirmelere ve göçe nasıl karar verdiniz?
 
Göçle ilgili deneyimim ben doğmadan çok daha önce başladı. Çünkü benim her iki dedem de sürgün. Biri Yugoslavya’dan sürgün ve biri de Kürdistan'dan Türkiye'ye sürülmüşler. Sonra babamla annem Siverek'ten Ankara'ya göç ettiler ve sonra ben de Ankara'dan Kanada'ya göç ettim. Her üç nesilde de bir göç hikayesi var. Benim göç sürecim ise üniversitede başladı. Bu röportajı vereceğime karar verdikten sonra yaşadıklarımı tekrar düşünmeye başladım. Türkiye'de kalmak istemediğime ve Ankara'da özellikle 10 Ekim Gar Katliamı’ndan sonra çok mutlu ve iyi hissetmediğimi, oraya adapte olamadığımı hatırlıyorum.
 
Hayatta istediğim bir şeylerin olabileceğini Türkiye'de düşünmedim. Sonra eşimle tanıştık, evlendik ve eşimin hastasıyla yaşadığı bir şiddet vakasından sonra eşim bir gün beni telefonla aradı ve o sırada büroda hem işimi yapıyordum hem de televizyon açıktı, haberleri izliyordum ve eşim dedi ki, ‘İşte böyle böyle hastamla tartıştık ve beni darp etti.’ Tam da o anda Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki, ‘giderlerse gitsinler.’ Bu o kadar spesifik bir ana denk gelmişti ki benim için. Dedim ki, evet uğraşabiliriz, mücadele edebiliriz ama bence artık kişisel olarak bizim buradaki mücadele sürecimizi bitirmemiz gerekiyor. Daha sonra eşimin hastasıyla yaşadığı problemler büyüdü, sıkıntılar da büyüdü çünkü problem yaşadığı insan bir tarikat mensubuydu. Biz de Kanada'ya gelmeye karar verdik. Daha önceden pasaportumuz da vizemiz de vardı ve nereye gidebileceğimizi düşündük; önce Almanya'ya gitmeyi düşünüyorduk, Avrupa'ya inmeyi düşünüyorduk çünkü orada arkadaşlarım, tanıdıklarım ve ailemin bazı üyeleri vardı. Sonra gittiğimiz ülkede ırkçılık yaşamaktan çok korktuğumuzu ve aslında göçmen ülkelerine gitmek istediğimize karar verdik. Çünkü Almanya'da Alman diye biri var ve Fransa'da Fransız diye biri var ve bunlar eni sonu üniter devletler ve biz üniter devletten çıkmış ötekiler olarak başka bir üniter devlete gitmek istemedik ve ‘yeni dünyaya’ adım atmaya karar verdik.
 
*Kanada’ya göç ederken hangi yollardan gittiniz, bu yolculukla ilgili deneyiminiz nasıldı?
 
Biz turist vizemizi kullanarak geldik, burada kendimize bir otel tutmuştuk. Bir buçuk hafta otelde kaldık. Ve sonra serüvenimiz başlamış oldu. Göç yollarını kullanmadığım için Meksika üzerinden Kanada'ya gelen arkadaşlar gibi ya da yürüyerek Almanya'ya geçmek zorunda kalan arkadaşlar gibi fiziken ciddi bir zorluk yaşamadım. Ama psikolojik sıkıntıları tabii ki yaşadım. Başka bir ülkeye göç etmek, iki farklı ve gerçekten büyük çabalarla girilen fakültedeki meslekleri bırakmak bizim için hırpalayıcı oldu. Buraya geldikten sonra da ilk şiddetimi yine meslektaşım olan avukatımızdan görmüştüm. Ben iltica etmek istediğimi söylüyordum. O da bana Kürdistan'a gitmem gerektiğini söylüyordu. Ben de haritanın üzerinde göstermesini istedim, çünkü bağımsız bir ülkenin olmadığını, bir Kürt olarak bağımsız bir yerde bağımsız ve mutlu bir hayat yaşayamadığımı anlattım. Ama tabii ki burada Ortadoğu'ya bakış açısı sadece Times dergisinden okudukları kadar olduğu için orada kendimize ait bir ülkemiz olduğunu düşünüyorlar. Özgür bir hayatımız olduğunu düşünüyorlar. Özellikle IŞİD savaşından sonra Kürt kadınların mücadelesini buradaki basın çok güzel bir şekilde aktarmış ama anlamadıkları şey şu ki, bizim bir ülkemiz özgür olabileceğimiz bir yer, huzurla sırtımızı yaslayabileceğimiz bir alan yok. Çünkü Ortadoğu'da savaş hiç bitmiyor maalesef. Problem de bitmiyor. Böylece ben iltica etmiş oldum Kanada'ya.
 
“30 sene boyunca mücadele ediyorsunuz. O mücadelenin birçok yerinde hasar alıyorsunuz. Almama ihtimaliniz yok. Aldığınız hasarı yaralarınızı, tırmalıyorlar.”
 
*Göç yollarını kullanmadığınızı ifade ettiniz, peki Kanada’ya vardıktan sonra nelerle karşılaştınız? Bir kadın olarak yaşadığınız deneyim neydi?
 
Erkeğin kadına yönelik şiddeti bence göçte hiç değişmiyor, hatta artıyor. Eşimden görmemiş olmam başka kimseden görmeyeceğim anlamına gelmiyor. Göç ettiğimde aklıma hiç gelmezdi, kendi meslektaşım olan ve bana avukatlık yapan adamın beni bu şekilde zorbalayıp şiddete uğratacağını. Çünkü ben gerçekten psikolojik olarak çökmüştüm ve benden hayatım boyunca yaşadığım bütün sıkıntıların delilini istedi. Dedim ki Kürdistan'a git derken? Onun aklında bizim bir ülkemiz vardı. Türkiye'nin de ayrıştığını ve Suriye'nin de ayrıştığını zannediyordu adam ve bu bir hukukçu. Hayatımın şokunu yaşadım. Bana şunları anlattırdı; çocukken babanı nasıl darp edip aldılar evinizden, bunun delili var mı, babam hangi dosyalara karıştı? Seni yine ilk ne zaman tutukladılar? Hiç işkence gördün mü? Acı bir saniye ama. Ben en son 10 Ekim'de oradaydım ve bana katliamın videolarını toplattırdı. En son dedim ‘ya ben artık daha fazla dayanamıyorum. Bana psikolog bul, beraber konuşalım’ çünkü içim dışıma çıktı ağlamaktan. Çünkü düşünsene 30 sene boyunca mücadele ediyorsunuz. O mücadelenin birçok yerinde hasar alıyorsunuz. Almama ihtimaliniz yok. Aldığınız hasarı yaralarınızı, tırmalıyorlar. Bir hukukçu bile bunlarla geliyorsa oradaki ülkelerin insanlarının bizle ilgili izlenimleri korkunç. İnsanlar geldiğiniz ülkeyi o kadar tanımıyor ve o kadar yaşadığınızdan habersizler ki çünkü burada mutlu, sakin, normal bir hayatları var. Savaş onlar için filmlerde gördükleri absürt bir olay.
 
“Açık söylemek gerekirse 5 kuruşsuz kalıyorsunuz. Eviniz yok. 5 bavulla sokakta ağladığımı Göçmenlik Bakanlığı'nın önüne gidip ‘beni tutuklar mısınız’ dediğimi de hatırlıyorum.”
 
*Birçok göçmen ülkesinde genellikle kamplar oluyor ve bu kamplarda yansıyan özellikle kadınların yaşadığı şiddeti görüyoruz, siz hangi zorlukları yaşadınız?
 
Kanada'da kamp diye bir şey yok. Kanada'da sınırdan geçtikten sonra eğer sizi buranın sınır güvenlik polisi alırsa 5 yıldızlı otele koyuyor, o yüzden kimse kampta kalamıyor. Peki, ne zorluklar yaşanıyor? Bir kere turist vizesiyle ev kiralayamıyorsunuz. Ev kiralayamadığınız için telefon hattı alamıyorsunuz. Telefon hattı alamadığınız için banka hesabı açamıyorsunuz ve yanınızda ne kadar nakit getirdiyseniz o kadar ile kalıyorsunuz. Tabii bunların arka kapılarını yıllar sonra öğreniyorsunuz. Ama o an çok zorlayıcı oluyor çünkü bir eviniz yok, oteller çok pahalı ve sürekli hayatınızı otel parası ödeyerek geçiremezsiniz. Ev tutmak istediğinizde ev sahipleri kesinlikle sizi kabul etmiyor. İlegal görüyorlar. İltica etmek için de önce avukatı ikna etmelisiniz, avukatı edemezseniz devleti hiç edemiyorsunuz. Bunlar o kadar uzun sürüyor ki, açık söylemek gerekirse 5 kuruşsuz kalıyorsunuz. Eviniz yok. 5 bavulla sokakta ağladığımı hatırlıyorum. Göçmenlik Bakanlığı'nın önüne gidip ‘beni tutuklar mısınız’ dediğimi de hatırlıyorum çünkü işlem yapmıyorlar. Gerçekten zorluydu. Keşke kamp olsaydı da yerimiz belli olurdu diyorsunuz.
 
“Kadın dayanışması zincirinden kopuyorsunuz ve bu aşırı yalnızlığa sebep oluyor. İkincisi kadın olarak sizden beklentiler değişmeye başlıyor. Kadın otomatikman evin içerisine hapsolmaya başlıyor çünkü bir erkeğin iş bulma ihtimali daha çok.”
 
*Üç kuşaktır göçü yaşadığınızı belirttiniz kimi yerinden edinme olarak kimi ise geleceği görememe üzerinden tercihler olarak; peki üç kuşaktır gerçekleşen bu göç, kadın olarak sizin üzerinde nasıl bir etki bıraktı? Sizin yaşamınıza yansıyan biçimi ne oldu?
 
Bahsettiğim benden önceki kuşak, göç yolculuğunu ayaklarıyla, elleriyle gerçekten fiziken giden insanlardı. Onların yaşadıklarını benim tam olarak algılayabilmem mümkün değil. Ama göç etmiş ve çok kültürlü ailelerde iki üç farklı kültürün bir araya gelip oluşturduğu ailelerde kadınların, yaşadığı sıkıntı şu şekilde evrilmeye başlıyor. Bir kere göç ettiğiniz yerde hiç kimseyi tanımıyorsunuz. Kadınlar genelde birbirleriyle dayanışarak bir şeyleri götürür. Bir kere aile ya da arkadaş çevresi içerisindeki kadınların dayanışmasından kopuyorsunuz. Örneğin Türkiye'de olsaydık eşimle veya herhangi yaşadığım bir sıkıntıda anneme ya da bir kız arkadaşıma gidip bir kahve içip paylaşabilirim, ama burada hiç kimseye gidemem ve hiç kimseyle bu sorunu paylaşamam çünkü kimseyi tanımıyorum. Demek isteğim bu kadın dayanışması zincirinden kopuyorsunuz ve bu aşırı yalnızlığa sebep oluyor. Bu birincisi.
 
İkincisi, kadın olarak sizden beklentiler değişmeye başlıyor. Çünkü başka bir ülkeye geçtiğinizde her iki cinsiyet de işsiz kalıyor. Her iki cinsiyetin de hayatını devam ettirebileceği yollar kısıtlanmaya başlıyor ve kadın otomatikman evin içerisine hapsolmaya başlıyor, çünkü bir erkeğin iş bulma ihtimali daha çok. Hangi mesleği yaparsanız yapın bir inşaatta ya da bir yerde garson olarak çalışabiliyorsunuz ve erkeklere iş vermek konusunda dünyanın her yerinde patriarka daha destekleyici davranıyor. Tabii ki kadınlara böyle davranmıyor. Elinizi kolunuzu sallayarak inşaatta herhangi bir işe giremezsiniz, giremiyorsunuz. O yüzden otomatikman yeriniz ev oluyor. Eğer ki daha önce çalışma hayatına daha adapte bir kadınsanız evin içerisine kapanmak, yalnızlaşmak ciddi bir psikolojik yük haline gelmeye başlıyor. Daha önce yapmadığınız görevler sizin üstünüzde kalıyor ve o aile içerisindeki bütün duygusal yük sizde. Evin çekilip çevrilmesi tabii ki sizde. Bunlar Türkiye'de olmuyor değil. Tabii ki oluyor ama bütün kadınlar şunu biliyordur ki bir komşuya kahveye gidersiniz, en kötü hasta olduğunuzda kız kardeşiniz belki bir çorba getirir. Yani bir dayanışma süreci devam eder ama onun da olmadığını ve tamamen yalnız bu işi yürütmeye çalıştığınızı düşünün. Üstelik alışkanlıklarınızın çok ötesinde ve bilmediğiniz bir yerden korkutucu oluyor.
 
“Bu arada ben mesleğime geri dönemiyorum. Avukattım ve ben mesleğime geri dönemiyorum. Mesleğimi kaybettim. Hayat boyu adanmış bir çalışmanın emeğini tamamen kaybetmiş oldum. Göçün bendeki en büyük travmalarından biri bu oldu.”
 
*Siz bunlardan hangilerini yaşadınız? Siz de ki en büyük şiddetti neydi?
 
Göç genelde daha mutlu olunacağı düşünülen ülkeye yapılır ya hani, hayat şartlarını iyileştirmek için yaparsınız. Fakat Türkiye'den gelen travmalarımla beraber benim hayat şartlarım ilk 1 buçuk sene değişmedi. Hatta kötüye gitti. Çünkü insanları ve buradaki topluluğu hiç tanımadığım ve kuralları çok bilmediğim için evden çıkamaz hâle gelmiştim. Tek başıma araba kullanamaz, tek başıma dışarıda dolaşamaz hâle gelmiştim. Beni çok korkutuyordu, çünkü gerçekten göç bir travma. İlla ki bir çitten atlamanız, illa nehirleri yüzerek geçmeniz, illa yürümeniz gerekmiyor. Nesiller boyu aktarılan bir travma. Ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Sürekli bir kendini yenileme ve mücadele içinde kalmak zorundasınız. Bu kolay değil. Bu arada ben mesleğime geri dönemiyorum. Avukattım ve ben mesleğime geri dönemiyorum. Mesleğimi kaybettim. Hayat boyu adanmış bir çalışmanın emeğini tamamen kaybetmiş oldum. Göçün bendeki herhalde en büyük travmalarından biri bu oldu. Eşimle daha önce evlenirken de konuştuğumuz üzere bir çocuk istiyorduk ve belli bir yaştan sonra bunun gerçekleşmeyeceğini biliyoruz. O yüzden baktık ki benim tekrar avukatlığa dönmem çok kolay olmayacak. Eyalet değiştirmem, okuldan kabul almam için çok ciddi miktarlarda para harcamam gerekiyor, ki neredeyse bir ev parası istiyorlar. Biz de şöyle bir karar aldık; çocuğumuz olsun, eşim kendi denkliğini alsın ve işine başlasın. Daha sonra ben dönecektim. İşte gördüğünüz üzere göçün kadındaki etkisi… Erkek önce dönüyor. Erkek sosyal hayata karışıyor. Erkeğin yaşamı devam ediyor ama siz çocuğunuzla, evinizle, kaybettiğiniz mesleğinizle kalıyorsunuz.
 
“İlk 6 ay çok mutlusunuz. Getirdiğiniz para bitiyor ya da hayata adapte olmak zorunda kalıyorsunuz ve gerçekler yüzünüze tokat gibi çarpmaya başlıyor: Artık avukat değilsin. Artık bir mesleğin yok. Kahvaltı hazırlayacaksın, evi sileceksin, süpüreceksin.”
 
*Tüm bunlara baktığımızda göçün, göç yollarının ve yolculuğunun özellikle kadınlar üzerinde bir şiddet biçimi olarak da işletildiğini görüyoruz. Göç eden bir kadın olarak sizin değerlendirmeniz nedir?
 
Göç bütün bireyler için şiddettir. Çok büyük bir şiddet. Sadece erkekler daha kolay atlatıyorlar çünkü patriarka, ataerki onların yanında ister Kanada'ya ister Amerika'ya ister Almanya'ya gidin dünya böyle dönüyor. Onların hayata adapte olması daha kolay. Bir erkek diğeriyle konuşurken saygı sınırını daha çok koruyor. Bundan yaklaşık bir sene önce, daha sağlıklı olsun diye saçlarımı kısacık kesmiştim. ‘Özgür ülke’ olarak adlandırılan yerde yaşıyorum sözde ama erkeklerin yüzde 99’u bana tuhaf bakıyordu. Bu değişmiyor, gerçekten değişmiyor. Dünyanın her yerinde o baskı devam ediyor. Aileden ayrılmayı… Bunların duygusal iç sıkıntılarını nasıl anlatırım gerçekten bilmiyorum. İyi hissetmiyorsunuz ama şöyle oluyormuş göç psikolojisinde; ilk 6 ay eğer gittiğiniz yeri kendiniz tercih ettiyseniz çok mutlusunuz. Bizde de öyle oldu. İlk 6 ay çok mutlusunuz. Olumlu tarafları görüyorsunuz, hep pozitif şeyler karşınıza çıkıyor ve sonra tabii hayat mücadelesi başlıyor. Getirip biriktirdiğiniz para bitiyor ya da hayata adapte olmak zorunda kalıyorsunuz ve gerçekler yüzünüze tokat gibi çarpmaya başlıyor: Artık avukat değilsin. Artık bir mesleğin yok. Artık bir unvanın yok. Artık gidecek bir işin yok. Sabah kalkıp hazırlanıp gideceğim bir yer yok.
 
Kahvaltı hazırlayacaksın, evi sileceksin, süpüreceksin. Bu ev içi işleri küçümsemek anlamında değil. Kaybedilen bir kazanımın sonucunda ortaya çıkan bir psikolojik sıkıntı oluyor. Bir de insanların size uyguladığı baskı var tabii. İnsanlar sizi göçmen olduğunuz için aşağılıyorlar bir kere. Ama bu aşağılama tabii ki Türkiye'de algıladığımız gibi yüzüne değil. Göz süzerek, el altı, bıyık altı, ‘sen ne anlarsın ki’ şeklinde ve sonra unvanınızı, geldiğiniz ülkeden niye geldiğinizi ve neler yaşadığınızı öğrendikten sonra insanların size bakış açısı ve tarzı değişiyor.
 
Özellikle Avrupa'dan nesiller önce göçmüş insanlar bunu daha çok uyguluyor maalesef. Irkçılık her yerde var ama burada suç alenileşemez. Belki biraz da bu yüzden daha rahat hissediyorum kendimi. Bir anda kendi kendinizi 30 sene boyunca inşa ettiğiniz bütün kimliğinizi elinizden alıyorlar ve nereden geldiğiniz ne olduğunuz önemli değil, göçmensiniz. Ev işlerinde çalışıyorsunuz, garson oluyorsunuz, üçüncü işçi oluyorsunuz. Zor, kolay değil.
 
“Meksika üzerinden gelenlerin hikayeleri korkunç. Taciz vakası duymadım, ama 3 gün soğukta yatmak zorunda kalan, aç kalan, hapishane dolu olduğu için hapishanenin bahçesinde beklettirilen, çıplak aramaya maruz kalan arkadaşlarım var.”
 
*Kendiniz göçmen kadınlar ile deneyimlerinizi paylaştığınız veya göç yolculuğunda karşılaşılan şiddeti konuştuğunuz oldu mu? Diğer göçmen kadınlarla ilgili tanıklığınız var mıdır?
 
Bizim hikayemizin göç yolculuğunda bu kadar temiz olmasının sebebi biz gerçekten araştırarak yola çıkmıştık. Bir Kürt olarak ilk iltica eden kişi ben değildim. Bu, göç konusunda tecrübeli olmayı gerektiriyor politik bakış açısıyla; göç nasıl yapılıyor, sonunda ne oluyor, yürürsem ne olur, oradan geçersen ne olur biliyorsunuz, çünkü arkadaşlarının ve çevrenin deneyimini kazanmış oluyorsun. Ben bu süreci bildiğim için eşimle beraber çok planlı ilerlettiğimiz için bizim başımıza gerçekten korkunç denebilecek bir şey gelmedi. Bazı yollara bilerek sapmadık. Bunu bilmeyen insanlarda ne oluyor? Öncelikle kadın arkadaşlardan, Meksika üzerinden gelenlerin hikayeleri korkunç. Gerçekten hiç kimseye de önermiyorum. Bu gidilecek bir yol değil. Meksika'da uçaktan iniyorlar ve kartelle beraber Amerika sınırına geçiyorlar. Amerika sınırını geçerken de çok zorlanıyorlar. Taciz vakası duymadım ama 3 gün soğukta yatmak zorunda kalan, aç kalan, hapishane dolu olduğu için hapishanenin bahçesinde beklettirilen, çıplak aramaya maruz kalan arkadaşlarım var.
 
ABD sınırını geçtikten sonra çok makbul saymıyorlar ve bu tarz şeylere çok müdahil olmuyorlar. Ne oluyorsa Meksika'da oluyor. Mesela birkaç genç arkadaşımıza Meksika polisi ateş açmıştı. Anlatırken bazen gülüyoruz ama onlarda da birer travma kaldı. İnsanlar bu yolun böyle olduğunu da biliyorlar ama biraz mecbur kalıyorlar başka çareleri olmadığı için. Tabi her hikâye tamamen üzücü de değil, çünkü buraya gelebildiler sağlıklılar ve mutlular. Her hikâye kötü bitmiyor. Hayatlarını kurmuş oluyorlar. Biz tabii burada bir araya geldiğimizde artık bir evimiz, bir düzenimiz, bir hayatımız olduktan sonra bir araya geliyoruz.
 
Hiçbir göçmen birbirini ülkeye adım attıktan hemen 5 dakika sonra bulmuyor ve o yüzden o acıyı o anda paylaşamıyorsunuz. Ama bana sorarsanız ben bundan 3-3 buçuk sene önce iltica ettim, 3 buçuk sene önce psikolojim çok kötüydü. Keşke o zaman sizinle bu röportajı yapabilseydik de duygularımı çok daha açık ve rahat ifade edebilseydim. Şu an o kadar kötü hissetmiyorum belki de bilmiyorum. Ama o yaşanacak bir şey değil. Çok zor, inanın çok zor. Kadının üzerinde dönen, kadının emeği üstünde dönen herkes için çok travmatik. Buraya geliyorsunuz, buraya ait değilsiniz. Türkiye'dekiler sizi reddediyor, zaten göç ettiğiniz için görüşmek istemiyorlar.
 
“Hiç eğitim sürecinden geçmemiş kadınlar için adapte süreci hiç yok. Evin içinde emek gerçekleştiriyorlar. Dil bilmedikleri gibi bazı arkadaşlarımız okuma yazma da bilmiyorlar. O yüzden buradaki hayata adapte olma şansları sıfır oluyor.”
 
*Gittiğiniz ülkede göçmen kadınlar olarak bir araya gelişleriniz ve örgütlenme ağlarınız oluyor mu?
 
Bunu Kanada hükümeti destekliyor. Özellikle kadın destek grupları ya da göçmen kadınları destekleme ağları var eğer biraz İngilizceniz varsa bir şekilde oradaki insanlara ulaşabiliyorsunuz. Ve orada başka kültürlerden gelen diğer göçmen kadınlarla da beraber bir kolektif dayanışma ortaya çıkartabiliyorsunuz. Ama bu ne kadar gerçekçi oluyor? Orada bazı soru işaretlerim var. Bunun sebebi de şu; Kanada'ya herkes aynı koşulda gelmiyor. Aynı bakış açısında gelmiyor. Mesela İngiltere sömürgelerinden gelenler var, İngilizce konuşuyor dil bariyerleri olmadığı için 6-7 ay sonra buraya asimile olmuş oluyorlar. Çünkü benzer eğitim noktasından geliyorlar. Benzer eğitim sisteminden geçiyorlar ve onların göçmenlik psikolojisi belki en fazla bir seneyi buluyor.
 
Bizim zor ülkelerden gelenler için daha farklı. Okuduğumuz okulu bile kabul etmiyorlar, temelde hiç okumamış görünüyorsunuz. Hiç eğitim sürecinden geçmemiş kadınlar için adapte süreci hiç yok. Mesela göçmen olan kadınlardan gördüğüm, eşleri çalışma hayatında, onlar yine Türkiye'deki gibi ev emeği gerçekleştiriyorlar. Evin içinde emek gerçekleştiriyorlar. Nevrozdan Nevroz'a ya da dernekteki etkinlikten etkinliğe karşılaşıyoruz. Çünkü başka türlü dışarıya çıkma şansları yok. Dil bilmedikleri gibi bazı arkadaşlarımız okuma yazma da bilmiyorlar. O yüzden buradaki hayata adapte olma şansları sıfır oluyor. Yani Kanada'da yaşamakla Türkiye'de yaşamak arasında onlar için herhâlde güvenlik sorununun atlatılması dışında bir fark olmuyor. Kadınlar genelde eve kapalı yaşıyorlar.
 
“Maddi olarak doymuştum ama özgürce yaşamak istiyorsunuz. Herkesin yolu ışıkla da bitmiyor çok kötü şeyler yaşayan arkadaşlarım da var. Karanlıkla biten çok yol var ama bazen ışıkla biten yolları da görmek gerektiğini düşünüyorum.”
 
*Son olarak kendi deneyiminize baktığınızda belirtmek istediğiniz bir şey var mıdır?
 
Ankara'da, bir rezidansta hayatımın en şaşalı, rahat dönemlerinden birini geçiriyordum, mutluydum, yeni evliydim. Hiçbir sıkıntım yoktu, bürom vardı, arabam vardı. Yani maddi olarak doymuştum. Arkadaşlarım, çevrem iyiydi. Kendimi var ettiğimi düşünüyordum. Ama gerçeklere bakıldığında hayat sadece maddiyattan ibaret değil. Özgürce yaşamak istiyorsunuz, nefes almak istiyorsunuz. Bir gün televizyonu açtığınızda yaptığınız mesleğin çöp olmamasını istiyorsunuz. Evet, mesleğimi yerine getiremediğimi söylüyorum ama Türkiye'de de çok yerine getiremiyorum. Müvekkile benim verebileceğim "yapılır, evet bu yasa da böyle, bu sonuç alınır" diyemediğim bir meslek yapıyordum. Hukukun durumunu hepimiz biliyoruz. Bir kadın olarak her an öldürülebiliriz.
 
İnanın şöyle bir anım var. Kendi düğünümde makyajımı yaparken telefonum çaldı, açtım beni öldüreceğini ve bana neler yapabileceğini anlatan, bağıran bir erkek sesiyle karşılaştım. Bu benim için sürpriz değildi. Sakince dedim ki ‘Amca ben tavuk değilim.’ Tabi göç her zaman sonunda kadına şiddete dönüşecek bir şey olmak zorunda değil. Evet, birçok şey kaybedeceksiniz. Arkadaşlarınızı, ailenizi görmeyi kaybedeceksiniz. Ama yeni arkadaşlarınız olacak. Kendi seçtiğiniz aileler olacak. Yani göçün sonu illa karanlığa çıkmak zorunda değil. Herkesin yolu ışıkla da bitmiyor çok kötü şeyler yaşayan arkadaşlarım da var. Karanlıkla biten çok yol var ama bazen ışıkla biten yolları da görmek gerektiğini düşünüyorum.
 
Yarın: Çok boyutlu şiddetin yaşandığı yer; Olay yeri aile
 
NOT: Gidilen ülkede göçmenlikten doğabilecek sorunlar nedeni ile isim kısaltılmıştır.